-- Diriliş Postası, Sağlıklı Bir Ümmet Olmak

İSLAM DÜŞMANLARINI CAN DOSTU EDİNMEMEK

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

“Siz ey imana ermiş olanlar! Sizden olmayan kişileri dost (sırdaş) edinmeyin. Onlar sizi yoldan çıkarmak için ellerinden gelen hiçbir çabayı esirgemezler ve sizi sıkıntıda görmekten hoşlanırlar. Şiddetli öfke ağızlarından taşmaktadır; kalplerinde sakladıkları ise daha da kötüdür. Biz (bununla ilgili) işaretleri sizin için (işte böylesine) açık ve anlaşılır kıldık, eğer aklınızı kullanırsanız.” (Âl-i İmran, 3:118).

 

15 Temmuz 2016 Cuma akşamı, TSK içine çöreklenmiş satılmış bir grubun yaklaşık 9 bin personelle, 74 tank, 246 zırhlı araç, 35 uçak, 37 helikopter ve 3 gemiyi gasp ederek giriştiği askerî darbenin saatler içinde engellenebilmesi, Müslümanları ve mazlumları sevindirirken zalimleri ve onlara uşaklık eden hainleri de üzüntüye boğmuştur.

“Yahudiler ve Hıristiyanlar dinde teşrî’ hakkını Allah’ın emrine aykırı olarak din önderlerine vermek suretiyle onları rab edinmiş oldular!” (M.Abduh).

TRT1 kanalından hain darbecilerin sözde sıkıyönetim ilanını silah zoruyla okutmalarının hemen ardından sokaklara çıkan ve meydanlara akmaya başlayan Anadolu’nun yiğit evlatları, reisicumhuru, meclisi, medyası ve güvenlik güçleriyle büyük bir dayanışma içinde darbeye karşı efsanevi bir duruş sergilemiştir.

Bir darbe veya kalkışmadan öte esasen bir işgal ve taksim girişimi olan bu hayasız denemede zalimleri kıskandıran, mazlumlara umut olan şanlı bir direniş gösteren, gözünü kırpmadan canını, azalarını, malını ve gündüzünü gecesini feda eden kahramanlara şükran borçluyuz, gazilere acil şifalar, ‘şahit’lere de Allah’tan rahmet diliyorum.

 

Olayın Adını Doğru Koymak: Türkiye’yi İşgal ve Taksim Girişimi

“Size ne oldu ki, Kitab’ı ve Sünnet’i bir tarafa bırakıp da Allah’a kulluk hususunda sizin gibi olan kimselere itimat ediyorsunuz?” (Sıddık Han).

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Erbil kentinde yaklaşık 25 yıldır imamlık yapan Kürdistan İslami Birlik Partisi eski milletvekili Dr. Ahmed Seyyid Abdulvehhab, FETÖ’nün Başkomutan Erdoğan ve AK Parti’yi ortadan kaldırmak için karanlık güçlerle işbirliği yaptığını ifade etti:

“Darbe girişimi dışarıdan bazı karanlık güçlerin desteğiyle meydana geldi. Bu darbede Amerika, Avrupa, NATO, İran, İsrail, Beşşar Esed gibi tipler ve hattâ Birleşik Arap Emirlikleri’nin de parmağı var. Kendileri tarafından meydana getirilen utanç verici olayların örtbas edilmesi için, Türkiye’deki aydınlığı karartmak istediler. Aksi takdirde kısa süre içerisinde karanlık yüzlerinin ortaya çıkacağının farkındalar. Bu yüzden Türkiye’de mevcut hükümetin işbaşında olmasını istemiyorlar.” (1).

İşgal ve taksim girişiminin dört aşamasını yazan Erem Şentürk’e göre hain kalkışma başarılı olsaydı sırasıyla şu adımlar atılacaktı: Bir hafta içinde binden fazla insan infaz edilecek, yaklaşık 9 bin kişi hapishanelere atılacak, savaş sahası yumuşatılacaktı. İkinci aşamada; Büyük Ada’da bekleyen Prof. Henri Barkey’in görevlendireceği devlet kademelerinde uyuyan ajanlar kurumların ilişkilerini çökertecek ve devlet kurumları birbirine düşman muamelesi yapmaya başlayacak, ülke kargaşaya sürüklenirken eski ISAF Komutanı John F. Campbell komutasındaki ABD Ordusu Türkiye’nin Suriye sınırına ordu konuşlandıracaktı. Üçüncü aşamada; iç kargaşa uluslararası müdahaleye gerekçe teşkil edecek şekilde tırmandırılacak ve ABD öncülüğündeki yabancı ordular Türkiye’ye girecek, en az beş yıl ülkede kalacak olan bu güçler çoğunluğu İç Anadolu nüfusundan olmak üzere milyonlarca insanı öldürecekti. Dördüncü aşamada; Yaklaşık 2021 yılında nihayete erecek plana göre Kürdistan, Ermenistan, İstanbul Özerk Bölgesi ve Türkiye olmak üzere (aynen Suriye gibi) en az beşe bölünmüş yeni bir yapı ortaya çıkacaktı.  F. Gülen İstanbul Özerk Bölgesi’nde papalığa benzer bir unvanla oturacak, yeni proje olarak sıradaki İslam ülkelerinin parçalanması devreye alınacaktı.” (2).

İşgal ve taksim planının ilk aşaması olan darbe girişiminin başarılı olması durumunda Türkiye’nin bambaşka bir yapıya dönüşeceğine ilişkin kanaatlerini paylaşan başka gazeteci yazar, analist ve stratejistler de mevcuttur.

 

‘Bitâne’ Yasağı: İslam Düşmanlarını Dost Edinmemek

“… Allah’ın helal kıldıklarını haram, haram kıldıklarını helal saydıklarında siz onlara uymuyor musunuz?… İşte, bu onlara kulluk etmektir!” (Tirmizî).

‘Gizlilik, örtü, iç, sırdaş ve karın’ anlamlarındaki farklı türevleriyle Kur’an-ı Kerim’de 25 yerde geçen “b-t-n” kökünden türemiş olan “bitâne” kelimesi; ‘candan dost, sırdaş, yakın arkadaş, içli dışlı olmak, sırlarına vakıf olmak, işlerini yakından bilmek, bağrına basmak, elbisenin astarı’ gibi anlamlara gelmekte olup âyet mü’minlerin mahrem bilgilerini imansızlara sızdıracak ilişkileri yasaklamaktadır. Türkçe çevirisini Esed Meâli’nden iktibasla serlevha olarak verdiğimiz âyet-i kerimenin bir de Kur’an Şairi Mehmed Âkif tarafından yapılan özlü tefsirini verelim ki, anlaşılmasını umursamadan Osmanlı Türkçesi’ni kullanmakta ısrar eden birileri belki murâd-ı ilâhîyi daha kolay idrak eder de akıllarını başlarına devşirip tevbekâr olurlar:

“Ey mü’minler! Size ellerinden gelen fenalığı yapmaktan çekinmeyen, bu hususta hiçbir fırsatı kaçırmayan, dininize yabancı milletleri kendinize mahrem-i esrâr, dost, arkadaş ittihaz etmeyiniz. Bunların sûret-i haktan görünerek size güler yüz göstermelerine, hayrınızı ister gibi tavırlar takınmalarına asla kapılmayınız! Onların gece gündüz isteyip durdukları; sizin felaketinizden, izmihlâlinizden, esaretinizden başka bir şey değildir. Baksanıza, size karşı kalplerinde besledikleri düşmanlık o kadar dehşetli ki bir türlü zapt edemiyorlar da ağızlarından kaçırıyorlar. Halbuki yüreklerinde kök salmış olan husumet, ağızlarından taşan ile kâbil-i kıyas değildir, ondan çok fazladır, çok şiddetlidir. İşte bütün hakâyıkı, âyât-ı celîlemizle sizlere açıktan açığa tebliğ ediyoruz, bildiriyoruz. Eğer aklı başında insanlarsanız, eğer dâreynde zelil olmak, hüsranda kalmak istemezseniz, bizim âyât-ı celîlemizin muktezâsınca hareket ederek felâhı bulursunuz.” (Âl-i İmran, 3:118). (Sebîlurreşad’dan aktaran: Cündioğlu, 203).

Yüz yılı aşkın bir süre önce Mısır Başmüftüsü Muhammed Abduh ile Reşid Rıza’nın telif etmiş olduğu Menâr Tefsiri’nde ‘bitâne’ âyetini tefsir eden bölümde İslam düşmanlarıyla sırdaşlığın yasaklanma gerekçesi şu şekilde ortaya konmaktadır:

“Ehl-i Kitab ve müşriklerden mü’minlerle mücadele edenlerin en büyük düşüncesi İslam davetinin ışığını söndürmek, onun getirmiş olduğu ilke ve esasları ortadan kaldırmaktır. Mü’minlerin en büyük düşüncesi ise, İslam davetini yaymak, hakkı üstün tutmak ve onu desteklemektir. Her iki zümrenin temel endişesi farklı, amaçları birbirine taban tabana zıttır…

İbn Abbas’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Müslümanlardan bazı adamlar, bir takım Yahudilerle aralarındaki cahiliye döneminden kalma komşuluk ve müttefiklik münasebetleri sebebiyle iyi ilişkilerini sürdürmekte idiler. Allah Teâlâ bu âyeti indirerek, fitneye maruz kalabilecekleri endişesiyle onların İslam düşmanlarıyla sırdaşlık düzeyinde bir dostluk sürdürmelerini yasaklamıştır…

“Bitâne” kelimesi; ‘candan dost, sırdaş, elbisenin astarı’ gibi anlamlara gelmekte olup âyet mü’minlerin mahrem bilgilerini imansızlara sızdıracak ilişkileri yasaklamaktadır.

Vicdanların sesine kulak verme, musibetlerden ders alma, evlerimizi yabancıların elleriyle yıkmaktan vazgeçme zamanı gelmedi mi?! Yabancılarla olan kâr-zarar ilişkilerinize dikkat edin! “İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seviyorsunuz!…” (3:119). Artık onların iç yüzünü öğrendiniz, stratejilerinde en ufak bir şüphe kalmamıştır. “Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır, başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler…” (3:120). Öyle ise kendi ülkenizin, kendi din ve inancınızın insanlarına koşun, başkalarına yöneldiğiniz gibi birazcık da onlara yönelin ki, onlardan en güzel yardımı, en değerli desteği göresiniz. Fıtrata, yani ilahî, tabiî kanuna dönün. Sapmamanız ve saçmalığın sizi esfel-i safilîne sürüklememesi için Allah’ın emirlerindeki ve yasaklarındaki hikmeti gözetin. Hâlâ görmüyor musunuz? Bilmiyor musunuz? Muhasebe etmiyor musunuz? Bu kadar tecrübe ettiğiniz yetmedi mi? Daha ne zamana dek?!…” (Abduh, 4/11-27).

FETÖ’nün genç kurbanlarına yukarıdaki izahlar ağır gelir ise Âl-i İmran Sûresi’nin 119 ve 120. âyetlerini Osman Gaygusuz’un anladığı şekliyle anlamalarını tavsiye ederim:

“Başınıza bir bela/kötülük/ zararlı bir iş geldiğinde sevinen, sizin başınıza bir güzel iş geldiğinde/ faydalı bir olay vuku bulduğunda ise üzülenleri sevenlersiniz. Dikkat edin! Duygularınız sizi yanıltıyor, yanlış insanları seviyorsunuz…”

‘Bitâne’ ayetinin hükmünü çiğneyerek rezîl u rüsvâ olan, Allah ile aldattığı insanların hem dünyasını hem de âhiretini mahv u perişan eden F.Gülen, düşmanından merhamet dilenme zilletini de içselleştirebilmiştir! New York Times gazetesinde yayımlanan makalesinde; ‘Batı’nın ılımlı Müslüman seslere ihtiyacı olduğu bu dönemde kendisinin ve arkadaşlarının Batı’nın hizmetinde olduğunu vurgulayarak “beni Erdoğan’a verme arzusuna direnmelisiniz” şeklinde yalvarabilmiştir! (3). Oysa tevbe etse de, yukarıdaki âyetin ve bu mealdeki diğer âyetlerin itâbından hem kendisini hem de körü körüne bağlı tâbilerini her iki cihanda hüsrana dûçar olmaktan kurtarsa daha iyi olmaz mı?

“Mü’minler mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî (askerî müttefik) edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’tan bütünüyle kopmuş olur; ancak kendinizi onlara karşı korumak için (bilinçli bir tercihse), o başka: Ne ki Allah, kendisine karşı dikkatli olmanızı ihtar eder; çünkü bütün yollar Allah’a çıkar.” (Âl-i İmran, 3:28).

“Mü’minleri bırakıp da kâfirlerin dostluğuyla (onur) duyanlar, şeref ve itibarı onların yanında mı arıyorlar? İyi bilin ki şeref ve itibar bütünüyle Allah’a aittir.” (Nisa, 4:139).

“Siz ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî (dost, müttefik) edinmeyin! Siz kendi aleyhinize, Allah’ın önüne açık bir delil mi koymak istiyorsunuz?” (Nisa, 4:144).

 

Allah’tan Başkasını Rab Edinme Yasağını Çiğnememek

“Allah’ın peşi sıra, hahamlarını ve rahiplerini -tabii ki Meryem oğlu Mesih’i de rabler edindiler. Oysa ki tek bir ilahtan başkasına asla kulluk etmemekle emrolunmuşlardı; (O ki), O’ndan başka ilah yok; ve O onların putlaştırdıkları her şeyden berî ve yücedir.” (Tevbe, 9:31).

“… Ama ruhbanlık başka… Onu kendilerine emretmediğimiz halde onlar uydurdu, gerekçeleri de Allah’ın rızasını kazanmaktı; fakat onun gereklerine de hakkıyla riayet etmediler ya… Neticede Biz onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik; fakat yine onlardan bir çoğu yoldan saptılar.” (Hadîd, 57:27).

Menâr Tefsiri bu âyetleri tefsir ederken şu hususları vurgular:

“Ruhbanlık Hz. İsa’nın züht, yani dünya lezzetlerinden uzaklaşma konusundaki vaazlarının tesiriyle ortaya çıkmıştı. Sonra bu işi benimseyenlerin çoğunluğu cahil ve tembel kimseler oldu. İbadetleri özünü kaybedip şekle dönüştü. Peşinden gösteriş, kendini beğenme, gurur ve halkın teveccühünü umma geldi. Dördüncü asırda ruhbanların kilisedeki geçimleriyle ilgili bir sistem ve kanunlar ortaya kondu. Pek çok fırkalar ortaya çıktı… İslam’da ruhbanlık yasaklanmıştır.

Yahudi ve Hıristiyanlar, kanun koyma yetkisini kendilerinde gördükleri din önderlerini rab edindiler! Yahudiler haham ve âbidlerden oluşan din adamlarını, Hıristiyanlar da papaz ve rahiplerini Allah dışında rabler edindiler. Bunu, dinde teşrî’ hakkını ve Allah’a ait olan diğer bazı hakları Allah’ın emrine aykırı olarak din önderlerine vererek yaptılar!…

Tirmizî’nin rivayet ettiğine göre Adiy bin Hâtem dedi ki: Rasûlullah (s) Berâ’e Sûresi’ndeki “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını ve papazlarını rabler edindiler.” âyetini okurken huzuruna vardım. ‘Biz onlara ibadet etmiyoruz.’ dediğimde Allah Rasûlü; ‘Allah’ın helal kıldıklarını haram, haram kıldıklarını helal saydıklarında siz onlara uymuyor musunuz?’ diye sordu. Ben ‘evet’ deyince, Rasûlullah; ‘İşte, bu onlara kulluk etmektir!’ buyurdu.

Fahreddin Râzî yukarıdaki ayeti ve Adiy rivayetini tefsir ederken şöyle demiştir: ‘Hocamız (Begavî) demiştir ki; fakihleri taklit eden bir gruba rastladım. Bazı konularla ilgili kendilerine pek çok âyet okudum. Mezhep görüşleri bu âyetlere ters idi. Bu yüzden okuduğum âyetleri kabul etmediler! Şaşkın vaziyette bana bakakaldılar. Demek istiyorlardı ki; ‘ecdadımızdan aksi rivayet edildiği halde bu âyetlerin zâhiriyle nasıl amel edilir?’ Derinlemesine düşünürsen, bu hastalığın dünya ehli pek çok insanın damarlarına sirayet ettiğini görürsün…’

Seyyid Hasan Sıddık Han, Fethu’l-Beyân isimli tefsirinde şöyle yazar: Bu âyette, aklı olan ve kulak veren kimseleri taklitten, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye rağmen geçmişlerin görüşlerini tercihten sakındırma vardır. Bu ümmetin mukallitlerinin yaptığı da, aynen Yahudi ve Hıristiyanların din adamlarının haram ve helal saydıklarını benimsemeleri gibidir.

Ey Allah’ın kulları! Ey ümmet-i Muhammed! Size ne oldu ki, Kitab’ı ve Sünnet’i bir tarafa bırakıp da Allah’a kulluk hususunda sizin gibi olan kimselere itimat ediyorsunuz? Allah onlardan da Kur’an ve Sünnet’in gösterdiği şekilde amel etmelerini istiyor. Sizler ise onların hakka dayanmayan, dinin desteğini almayan, Kitap ve Sünnet nasslarıyla bağdaşmayan görüşleriyle amel ediyorsunuz! Bu görüşler hakikate aykırı olduklarını bas bas bağırarak ilan etmektedir. Ama sizler adeta sağır kulaklarınızı, kapalı akıllarınızı, tembel zihinlerinizi, hasta idraklerinizi, özürlü duygularınızı onlara ödünç verdiniz!…

Sapıtana hidayet eden, şaşırana yol gösteren, yolları aydınlatan Allah’ım! Bizi doğru yola ilet, bize hidayet et. Âmiin.” (Abduh, 12/149-160).

 

Kaynaklar:

  1. http://dirilispostasi.com/n-13224-15-temmuz-turkiyeye-acilmis-bir-savasin-denemesiydi.html
  2. http://dirilispostasi.com/n-13290-dort-katli-piramit-plani.html
  3. http://www.hilalhaber.com/dunya/fethullah-gulenden-abdye-acik-mektup-hizmetinizdeyim-h36581.html
  4. Mehmed Âkif; Sebîlurreşad dergisi, xviii/464, 25 Teşrîn-i Sânî 1336, s.249-250’den aktaran: Dücane Cündioğlu; Bir Kur’an Şairi, İstanbul 2004, s.203.

Muhammed Abduh, Reşid Rıza; el-Menâr Tefsiri, çev. M.Erdoğan, H.Ünal vd., 14 c., Ekin Yayınları, İstanbul 2011, 4/11-27; 12/149-

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
MUHAMMED ALİ GİBİ ONURLU BİR DURUŞ SERGİLEYEBİLMEK
FİTNE ATEŞİNE ODUN TAŞIMAMAK

Yorum yap

Yorum

  1. Değerli Fethi Bey Hocam,
    Kur’ani Hayat’ın 15 Ağustosta çıkaracağı özel sayı için,
    “Din İstismarı En Kötüyü Üretti”başlıklı bir yazı gönderdim. Bunu şunun için söyledim, her şey din ve kavramları üzerinden yürüyor. Önemli bir konuyu gündeme getirmişsiniz. Teşekkür ederim. Ankara’da meydana gelen patlama sonrasında Adil Medya İnternet Haber Sitesinde “Veli-Vali ile Bitane ve Halil-Dost” başlıklı bir yazım yayınlanmıştı. Onu buraya ekleyerek katkıda bulunmak istiyorum.

    Veli-Vali ile Bitane ve Halil-Dost
    Mustafa Demir
    [email protected]

    Kur’an-ı Kerim’de değişik sure ve ayetlerde geçen bazı farklı kelime ve kavramlar Türkçeye aynı kelime(tek kelime) ile çevriliyor. Bunun çeşitli nedenleri var; bunlardan bazıları şunlardır: birincisi; meal yazanların öncekileri taklit etmeleri, ikincisi; kavramın geçtiği ayetteki bağlamının incelenmemesi ve sorgulanmaması, üçüncüsü; her kelimeye karşılık tek kelime ile anlam verme düşüncesi ya da anlayışı, dördüncüsü; ayetteki bağlamına göre birbirine yakın da olsa birden çok anlamda kullanılan Arapça kelimeye karşılık Türkçede yeni kelime üretememe durumu ve başka nedenlerle sorunlar… Bu noktada başlıktaki üç kelime dışında başka bir kelimeyi örnek vermek istiyorum; “fitne” kelimesi; bu kelime Kur’an’da 58 ayette geçmektedir. Bunların yirmi ayetinde sınama (imtihan ve deneme) anlamında geçiyor. Diğer ayetlerde ise zulüm (eziyet, baskı, şiddet, işkence, saldırı, zarar vermek), kafaları karıştırmak, kötülük eğilimi ve eylemi, çaresizlik, sıkıntı ve Türkçe kullanımdaki geleneksel fitne anlamında kullanılmıştır.
    Bu anlamda bir kelime kökü sabit kalarak değişik kalıplarda ve ön ya da son eklerle değişik anlamlara gelebilir. Ayrıca kaynak dildeki birkaç kelime hedef dillerde ortak tek kelime ile de çevrilebilir. Diller dünyasında çeviri ya da kendi içindeki kullanımlarda böyle özellik ve esneklikler vardır. Bu konuda kelimeler ve diğer dillere çevirileri yerli yerinde ve doğru kullanılırsa, buna denecek bir söz olmaz. Ama her zaman öyle olmuyor. İnadına yapar gibi, bazı kelime ve kavramlara acımasızca zulmediliyor. Yani olması gerektiği gibi değil de, başka türlü, olmaması gerektiği gibi kullanılıyor. Bilindiği gibi zulüm; bir şeyin bulunması gerektiği yerde değil de başka bir yerde bulundurulmasıdır. Buna uygun olarak kelime ya da kavrama gerekli olan değil de başka bir anlam yüklenmesi de büyük bir zulümdür. Başlığımızdaki kelimelerden birisi sürekli bu durumu yaşamaktadır.
    Kur’an meallerinin çoğunda ayetlerde geçen “veli” kelimesine “dost”, çoğulu olan “evliya” kelimesine ise “Allah’ın sevgili kulları” anlamları verilmektedir. Veli kelimesi Kur’an’da en çok geçen kelimelerden birisidir ve sayısı 150’den fazladır. Dost anlamınaki “Bitane” kelimesi 10 defa, “Halil” kelimesi de ona yakın bir sayıda geçmektedir. Bu noktada şunu açıkça söylemek gerekir. Her kelime kendi başına önemli ve değerlidir. Onun değeri ve önemi sayısı ile ilgili bir şey değildir. İnsan gibi; her insan bütün insanlar kadar değerlidir. Her kelime ve harf da diller dünyasında aynıdır. Çeşitli ve değişik konular vardır, bunlara göre harf ve kelimeler kullanılır. Şu anda bizi ilgilendiren ve derdimiz, kelimelerin ve kavramların konu bağlamında yerinde kullanılıp kullanılmadığıdır. Bir kelime yerinde ve doğru kullanılırsa –ki her zaman ve şartlarda öyle olması gerekir- sorun yok demektir. Fakat bir amaca yönelik ya da amaçsız yerinde ve doğru kullanılmazsa hem kelimeye hem onu okuyan ya da dinleyene zulmedilmiş olur. “Veli” ve “evliya” kelimelerinin “muttaki ve takva” kelimeleri ile de desteklenerek nasıl yollar üretilmiş! Kelimeler Kur’an’dan, fakat âlem hermetik mistisizmden. Binlerce belki milyonlarca yıldır kendi yolunda giden hermetizm, Razi ve Gazzali ile onların yolunda gidenler sayesinde yaklaşık sekiz dokuz yüzyıl önce mahalleye kabul edilip dâhil edildi. O gün bu gündür irfan denen kervan, birkaç kelime ile milyonlarca insan ve araçla alanda etkili varlığını sürdürüyor, kelime ve kavramlar yerli yerinde kullanılıyormuş gibi.
    “Dost” farsça kökenli bir kelimedir. Türkçede de Farsça lafız olduğu gibi kullanılır, namaz gibi. Keşke ikisine de Türkçe tam ve doğru bir karşılık bulunabilseydi ya da tutarlı bir şekilde üretilebilseydi. Osmanlıca-Türkçe sözlüklerde “dost” kelimesi için sevişen kimse, sevilen kimse; nikâhsız karı veya koca, metres; hakiki sevgili, Tanrı gibi Türkçe karşılıklar verilmiştir. Dostane, dostlukla, dost, dostlar gibi kullanımları yaygındır.
    “Bitane” kelimesi “batın/btn”den gelmektedir. Batın; gizli, karın, göbek, iç (dâhili), içten, samimi gibi anlamlar taşımaktadır. Bu anlamlardan hareketle “bitane” kelimesi; bir kimsenin içyüzünü bilecek kadar yakın dost, çok yakın arkadaş anlamlarında kullanılır. Bizim konumuzla ilgili anlamı da budur. Görüldüğü gibi; içten, çok samimi, sırdaş kişiler birbirlerinin dostudurlar (Ali İmran, 3: 118). “El Batın” Her türlü gizliyi ve sırları bilen, en büyük sırdaş anlamında Allah’ın isimlerindendir.
    “Halil/Helil/helele/hll” kelimesinin de birden çok anlamı var, ama bizi şimdi ilgilendiren; ‘dostluk, dost, samimi, İyi niyetli kişi, dostluk kurmak, sevgi, muhabbet, birbirine ihsanda bulunmak/bulunanlar’ gibi anlamlarıdır. (Nisa, 4: 125; İbrahim, 14: 31).
    Bu bilgiler bağlamında “birçok ayetteki “veli” kelimesi için kullanılan “dost” kelimesi her defasında isabetli değildir” diyebiliriz. Söz konusu ayetlerde “batın” ve “helil” de kullanılmadığına göre, demek ki oradaki “veli/veleye /vly” kelimelerinin başka anlamları olmalıdır. Bunu da “ve-le-ye” kökünden türeyen versiyonlarına/sürümlerine bakarak tartışalım: yukarıda da değindiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim’de en çok geçen kelimelerden ve Allahın isimlerinden biri olan veli kelimesinin “vly” kökünden türeyen kelimelerin bazılarının anlamlarına bakalım. Yazının başında “fitne” kelimesi için uyguladığımız yöntemi uygulayacağız. Mümkün olabildiği yerde anlamlarını birleştirdiğim “veli” kelimesi Kur’an’da yaklaşık 17 konu bağlamında geçmekte ve o konuları bazı örnek sure ve ayet numaraları ile şöylece düzenleyebiliriz:
    1-Göklerin ve yerin yöneticisi/hükümranı/hâkimi: Bakara, 2/107. …
    2-Yardımcı: Bakara, 2/107, 120; Hac, 22/78; Ankebut, 29/22; Şura42/44; Muhammed, 47/11.
    3-Dost/dostluk, yakın bir dost: Bakara, 2/120; Fussilet, 41/34.
    4-Akıl, vicdan, basiret sahibi, aklıselim: Bakara, 2/179, Ali İmran 3/13, 190; Maide5/100; Taha, 20/128; Nur, 24/44; Sad, 38/43; 45; Zümer, 39/21; Talak, 65/10.
    5-Yönetim, işbaşında olmak, idare etmek: Bakara, 2/205; Enam, 6/129; Araf, 7/196; Rad, 13/37; İsra, 17/111; Kehf, 18/26; Nur, 24/11, Casiye45/19
    6-Geri dönmek, sözünden dönmek, sırtını dönüp gitmek, yüz çevirmek, sırt çevirmek: Ali İmran, 3/23; Yusuf, 12/84; Kehf, 18/26; Taha, 20/21, 60; Nur, 24/47; Lokman, 31/7; Zümer, 39/21. …
    7-Yol, yöntem gösterici, yardımcı: Ali İmran, 3/68; Enam, 6/51, 70; Tevbe, 9/116
    8-Tevil, yorum, tefsir: Nisa, 4/59,
    9-Öncelikli, daha evla, daha uygun, daha yakın: Nisa, 4/135; Enfal, 8/75; Ahzab, 33/6;
    10-Evvel, evvelki, önce, önceki: Taha, 20/51, 133; Kasas,28/43; Saffat, 37/59; Duhan, 44/56. …
    11-Koruyucu, kollayıcı, destekçi: Hac, 22/13, Muhammed, 47/11
    12-Sahip: Hac, 22/78; Secde, 32/4; Kâfirun, 109/6
    13-Yüklenmek, sorumluluk almak: Nur, 24/11
    14-Çekilmek, bir tarafa geçmek: Kasas, 28/24
    15-Güç yetirip yöneten: Şura, 42/8, 9, 28, 31
    16-Dünya(ahretten “evvelki” hayat): Necm, 53/25; Leyl, 92/13; 93/4
    17-Çok yazık, sana bela gerek, yazıklar olsun yıkım: Kıyamet, 75/34, 35; Naziat, 79/25
    Ayrıca bağlamına göre anlamı “dost” olmadığı halde “dost” anlamı verilen ayetler de var: Bakara, 2/257; Ali İmran, 3/68; Enam, 6/51, 129; Araf, 7/196; Tevbe, 9/116; Rad, 13/37; Casiye, 45/19. …
    Düzenlemede görüldüğü gibi Arapçada bir kelime değişik kalıplarda farklı anlamlara gelebiliyor. Dilin böyle bir özelliğe sahip olması, bazı istismar ve olumsuzluklara da neden olabiliyor. İnsanlar kendi ekol ve değişik amaçlara yönelik olarak kelime ve kavramları doğru kullanmayabiliyorlar. Kelimenin sözlüklerdeki anlamları ve aynı kökten türeyen bazı kelime örneklerini burada paylaşmak yerinde olabilir. VELİ/Ve-le-ye/Vly: İki ya da daha fazla şeyin, aralarında kendilerinden olmayan herhangi bir şeyin bulunmayacağı şekilde meydana gelmesi ya da ortaya çıkmasıdır. Bu anlamda “veliyy” yakınlık, yakınlaşmak ve mekân, hısımlık, din ve sadakat, dostluk, yardım ve inanç bakımından yakınlıkla ilgili kullanılır. Bir işi yönetmek üzere onu üstlenmektir. Vali vilayet. Çevirmek, döndürmek, dönmek, yüz çevirmek; yaklaşmayı, yakınlaşmayı terk etmek, bırakmaktır. Yardım etmek. Bir başkasının işini üstlenip yöneten herkese veli denir. ‘Evlâ’ daha uygun, daha ehil anlamında kullanılır. ‘Mevlâ’ Rab, sahip, iş gören, idare eden demektir. Geri dönmek. Kaçmak, uzaklaşmak. Caymak, vazgeçmek.
    Yukarıdaki sözlük anlamlarından hareketle oluşmuş ve gündelik dilde kullanılan meşhur kelimeler vardır; vali, evliya, veli, vilayet. Bunlardan ikisi (vali, vilayet) kamu düzeni, yönetimi ve güvenliği ile ilgili ve yerinde kullanılırken, diğer ikisi (evliya, veli) her zaman yerinde ve doğru kullanılmamaktadır. Bu bağlamda en çok “vali” –“dost” karmaşasının yaşandığını söyleyebiliriz. Vali, kamu düzeninin sağlanması, buna bağlı olarak toplumda adalet, eşitlik, özgürlük, güvenlik, mutluluk gibi değerlerin yaşatılmasını üstlenen en baş sorumlu kişidir; emir, devlet başkanı… Dost ve dostluk çok önemli ve değerlidir, ama görev ve sorumluluk bakımından onun konumu daha başkadır. İkisi tam olarak birbirinin yerini dolduramaz…
    NOT: En son Ankara’da yaşanan katliam, öncekilerin devamı gibi görünüyor. Bu yürek dağlayıcı acıklı olaylar karşısında toplum ile yetkili ve sorumluların durum alışları çok önemlidir. Hedef, bütün varlık ve değerleriyle Türkiye ve içinde bulunduğu bölgedir. “Yapanlar kimlerdir?” sorusuna ilkeli ve gerçekçi yöntemle cevap verilebilir. Cevabı çok basit görünen ama aslında çok zor olan bilmece-bulmacalar vardır. Bu noktada cevap aranırken ilk akla gelen birkaç cevap atlanmaz/geçilmez ve oralarda bocalanırsa, çoğu zaman doğru cevap bulunamaz. Şu anda karşı karşıya bulunulan durum da buna benziyor… İnsanlar birbirine kızsa, öfkeli de olsalar; akrabalarını, komşularını, din kardeşlerini, öğretmenlerini, bebekleri, çocukları topluca katletmezler/katledemezler. Yıllarca önce Cezayir’de bir örneği yaşanmıştı. Katiller, yerli “aşırı dinciler/fundamentalist” gibi gösterilirken, asıl katillerin organizeli sömürgeci emperyalistlerin olduğu çok geçmeden anlaşıldı…
    Ülkenin birlik ve beraberliği ile yönetiminden, iktidardaki ve iktidar olmaya çalışan bütün siyasi partiler sorumlu ve görevlidir. Bu anlamda amasız fakatsız, koşulsuz iktidarda olan-olmayan bütün siyasi partilerin yetkilileri birlikte mağdur olan parti, kurum ve kuruluşlarına Sayın Başbakan’ın önderliği ve başkanlığında taziye ziyaretlerine gitmelidirler/gitmeliydiler…
    Katliamla öldürülenlere Allah’tan mağfiret, yaralanıp tedavi görenlere şifa, yakınlarına ve tüm milletimize baş sağlığı ve dirençli kalmaya çabalamalarını diliyorum.

    “””””””””””””” 13 Ekim 2015 “”””””””””””

  2. Değerli Hocam aslında yoruma ihtiyaç duymayacak kadar herşeyi çok açık ve net yazmışsınız, ellerinize sağlık. Rabbimiz ülke olarak bizi korudu. Suriyeli müslüman kardeşlerimiz yaptığımız yardımlar, onlara kucak açmamız bu ülkenin sadakası oldu, az sadaka da çok belayı defetti. Çanakkale ruhunun ölmediğini gördük, bu ruh bizde olduğu müddetçe ya bağımsız yaşarız ya da şehitlik makamına erişiriz vesselam.