-- Diriliş Postası, Sağlıklı Bir Ümmet Olmak

“HİZB-UT TAHRİR”İ KENDİ DİLİNDEN TANIMAK

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidirler
(yakın dostu ve koruyucusudurlar).” (Tevbe 9:71).

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) teslim etmez…” (Buhari, Mezalim 3; Müslim, Birr 58).

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu’nun 19 Aralık 2017 tarihinde yayınladığı basın bildirisi (1) ve 24 Aralık 2017 tarihinde Köklü Değişim Medya Konferans Salonu’nda düzenlenen “Altın Çağını Yaşayan Yargı Yargısız İnfazlarına Devam Ediyor” başlıklı panel; ‘Hizb-ut Tahrir Davası’nda yargılanan 78 kişiye verilen ağır cezaların hukuka aykırı olduğuna dikkat çekmişti (2).

 

Adalet Duygusunu Zedeleyen Kararlara Sessiz Kalmamak

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut KAR, sosyal medya araçlarıyla paylaştığı değerlendirmesinde şu hususları vurgulamıştı (3):

“Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Hizb-ut Tahrir’e yönelik yargılamalarda 58 kişi hakkında 285 yıllık cezayı onamasının ardından şimdi de yeni 20 kişi hakkında istenen 165,5 yıllık cezayı onadı. Yargıtay 16. Ceza Dairesi böylece 78 kişi hakkında toplam 450,5 yıllık cezayı onamış oldu.

Hizb-ut Tahrir, “cebir ve şiddet” yöntemini ve terörü temelden reddetmiş, bugüne kadar herhangi bir terör eylemine başvurmamış İslami siyasi bir parti olmasına ve “terör örgütü üyesi” olmakla suçlanan Hizb-ut Tahrir üyelerinin hiçbir şekilde şiddete bulaşmamış şahıslar olmalarına rağmen bu ağır cezalara çaptırıldılar.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin aldığı bu onama kararları şunu göstermektedir: Dün ile bugün arasında değişen hiçbir şey yok, Müslümanlara yönelik yargı zulmü devam ediyor. Bunca süre zarfında onlarca hükümet değişti, güya iyileştirme amacıyla yüzlerce kanun maddesi değişti, değişmeyen tek şey ise Müslümanlara yönelik uygulanan yargısız infazlardır…” (3).

Türkiye’nin yoğun gündeminde yeterince yankı bulamayan bu açıklamalar birkaç gönüllü kuruluş ile üç beş medya organının alakasıyla yetinmek zorunda kaldı. Mesela; İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), “Yargı Zulmüne Dur De” başlıklı bir basın açıklaması yayınlayarak tepkisini dile getirdi. 29 Aralık 2017 tarihinde İstanbul Aksaray’daki Mazlumder Genel Merkez binasında düzenlenen basın toplantısında çeşitli sivil toplum kuruluşu temsilcileri değerlendirmelerini medya ile paylaştı (4):

 

Hizb-ut Tahrir Davası’nda ‘Yeniden Yargılanma’ Talep Etmek 

Mazlumder Genel Sekreteri Avukat Kaya Kartal’ın Hizb-ut Tahrir’in mücadele metodu ve muhatap kaldığı yargısal süreç hakkında kısa bilgilendirmesinin ardından söz alan Mahmut KAR, Yargıtay’ın 78 kişi hakkında verdiği 450 yıllık cezanın onanmasının ardından 25 kişi hakkında da onanmış olması muhtemel cezaların bulunduğunu, böylece toplamda 100’ün üzerinde kişi hakkında 700 yıla yakın bir cezanın onanmış olacağını söyledi. Yeniden yargılanma yapılması durumunda yapılan haksızlıkların rahatlıkla görüleceğini belirten Mahmut Kar, Emniyetçe verilen bilgi notları da dâhil olmak üzere mahkemelere sunulan tüm bilgi ve belgelerin de gösterdiği gibi Hizb-ut Tahrir’in şiddete bulaşmadığına ve mahkemelerin de bu yönde verilmiş kararlarının bulunmasına rağmen Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin içtihat kararlarıyla Hizb-ut Tahrir üyelerinin mahkûm edildiğini ifade etti.

Basın toplantısında söz alan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya da Müslümanların muhatap kaldığı yargısal süreçlere değinerek; “İster “Kemalist yargı” denilsin isterse “FETÖ” yargısı denilsin, ne şekilde ifade edilirse edilsin dünden bugüne Müslüman kardeşlerimizin çeşitli yargısal zulümlere maruz kaldığının görüldüğü”nü ifade etti ve 28 Şubat sürecinde yaşanan mağduriyetlerin sona ermesini beklerken -Hizb-ut Tahrir örneğinde olduğu gibi- yeni mağduriyetlerin yaşandığının altını çizdikten sonra, İslamî camianın olayları örtbas etme tavrından vazgeçip vicdanla, hak, hukuk ve adalet anlayışıyla bu olayları gündemleştirmesi ve hem bu dünyada hem de ahirette hesap vereceklerini kendilerine hatırlatmaları gerektiğini söyledi.

Son sözü alan Mustazaflar Cemiyeti İstanbul Şubesi Başkanı Mehmet Eşin ise; “Bugün Hizb-ut Tahrir’i konuşuyoruz, dün Hizbullah’ı konuştuk, ondan önce İslamî Hareket’i konuştuk, seneler önce İstiklal Mahkemeleri’nin kararlarını konuştuk, tartıştık. Ardından askerî mahkemeler, DGM’ler, Ağır Ceza Mahkemeleri, Özel Yetkili Mahkemeler… Sağcısı geldi, solcusu geldi fakat hiçbiri bağımsız olmadı, olamadı…” diyerek, Hizb-ut Tahrir davasındaki haksız soruşturmaları yapan polislerin, yargılamayı yapan hâkimlerin şu an tutuklandığını ve bu kararın verildiği mahkemelerin kapatıldığını, zira haksız kararlar verdiklerinin anlaşıldığını, fakat kapatılan mahkemelerce verilen bu haksız kararların devlet hafızası silinmediği için infaz edildiğini, onandığını, dolayısıyla en azından adaletle hüküm verilebilmesi için önceden gelen devlet hafızasının silinerek yeniden yargılanmaların yolunun açılması gerektiğini ifade etti (4).

 

Hukuk Kurumunu Kötüye Kullanmaktan Hüküm Giyenlerin Maksatlı Kararlarını İptal Etmek  

Binlerce köşe yazarı arasında Hizb-ut Tahrir davası kararlarına ilişkin yorum yazan gazeteci sayısı da iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır. Konuyu köşesine taşıyan gazetecilerden Hakan Albayrak, “Hizb-ut Tahrir’e Zulüm” başlıklı yazısında şu hususları vurgulamıştı (5):

“Tam adı Hizb-ut Tahrir el-İslâmî (İslamî Kurtuluş Partisi) olan ve hilafete dönüşü savunan söz konusu örgüt, kurulduğu 1953’ten beri hiçbir şiddet olayına karışmadı. Mücadele yöntemi olarak şiddeti tümüyle reddediyor. Terörün yanından bile geçmiyor. Sadece konuşuyor, anlatıyor, sözlü ve yazılı propaganda yapıyor. Bildiriler, kitaplar ve dergiler yayımlıyor, konferanslar ve mitingler düzenliyor. Faaliyet gösterdiği onlarca ülkenin hiçbirinde bu çerçevenin dışına çıkmadı.

Hizb-ut Tahrir üyeleri Türkiye’de buna rağmen 1960’lı yıllardan beri göz altına alınıyor, tutuklanıyor, hapse atılıyor. Eski Türkiye – Yeni Türkiye fark etmiyor, hep böyle. Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Müdürlüğü, mahkemelere öteden beri sunduğu raporlarda ‘Bu örgütün şiddetle alâkası yok’ deyip duruyor ama Hizb-ut Tahrir üyeliği yine de suç sayılıyor.

Niçin ama, niçin? Bir ara “silahsız terör örgütü” tanımı vardı kanunda; o tanıma da uymuyor bu örgüt. FETÖ gibi, devlete adam sokmak için sınav sorularını mı çalmış? Paralel devletçiliğe mi tevessül etmiş? Hükümeti devirmek için sinsice tezgâhlar mı kurmuş? Yok.

Peki hilafet propagandası yasak mı? Değil. İfade hürriyetine girmiyor mu bu? Giriyor. Öyleyse bu adamların zindanda ne işi var kardeşim? (…)

DİKKAT! Bu cezaları isteyen savcılar ve hükümleri veren hakimler, ayrıca ilgili soruşturma ve kovuşturmaları yürüten emniyet mensupları FETÖ’den tutuklandılar! Komplocular içeride ama komploları hüküm sürmeye devam ediyor! FETÖ’cü hakimlerin yazdığı gerekçeli kararlardan birindeki şu mantığın acayipliğine bakar mısınız:

“Hizb-ut Tahrir, bugüne kadar herhangi bir şiddet eyleminde bulunmamış ve amacında şiddeti öngörmediği belirlenmiş ise de, amacı zaten kendi içerisinde şiddeti öngörmektedir. Rejimin demokratik yollarla halkın desteği ve sempatisini kazanarak yıkılması mümkün olmadığından mutlaka şiddete başvurması gereklidir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir bir terör örgütü kabul edilmiştir.”

Neymiş, neymiş? Şiddete başvurmuyormuş ama aslında başvurması gerekirmiş! Onun için terör örgütüymüş! Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın şu ‘çıkarsaması’ da pes dedirtecek cinsten: “Raşidî Hilafet devletinin ihdasından sonra, Hıristiyan devletlerini cihat yolu ile kurulan hilafet devletine dâhil etmek amacıyla silahlı mücadelenin başlayacağı amaç edinilmiştir.”

Hizb-ut Tahrir’in illegal örgüt kabul edilip FETÖ, PKK, DHKP-C ile aynı kefeye koyulması ve mensuplarının hapsedilmesi kabul edilir şey değil. Bu hatadan bir an evvel dönülmeli. Akıl almaz bir zulüm bu.” (5).

 

Hizb-ut Tahrir’i Kendi Söyleminden Tanımak

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut KAR, Ekim 2017’de yayımladığı kitabında hareketin tarihçesini, önderlerini, temel fikirlerini, hilafet görüşünü ve dünyanın çeşitli ülkelerinde Hizb-ut Tahrir’e karşı yürütülen yargı ve propaganda faaliyetlerini özetlemektedir (7):

“Hizb-ut Tahrir İslâmi toplumun yeniden tesis edilebilmesi için İslâmi hayatı başlatacak Râşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak için çalışmaktadır. Hizb-ut Tahrir kuruluş amacını marufu emretme ve münkerden nehyetme farzı ile delillendirmiştir. Marufu emretme ve münkerden nehyetme işi ise siyasi bir iştir.

Hilâfet’in yeniden kurulması ve Allah’ın hükmünün hâkim olması için yapılacak çalışma ise bir kitle, bir parti tarafından yürütülmelidir. Bu partinin siyasi bir parti olması elzemdir. Zira Hilâfet’in kurulması ve halifenin seçilmesi siyasi bir çalışmadır. Aynı şekilde Allah’ın indirdikleri ile hükmetmek de siyasi bir çalışmadır. Bu nedenle siyasi çalışma dışında bir yöntem ile bu amacın gerçekleşmesi mümkün değildir.”

Kitabın arka kapak yazısından iktibas ettiğimiz bu cümlelerde amaç ve yöntemlerini özetle ifade ettiği Hizb-ut Tahrir’in şiddeti kategorik olarak reddettiğini hareketi yakından inceleyen herkesin açıkça gördüğü malum olmakla birlikte, reddettikleri bir yöntem gerekçe gösterilerek mensuplarının ağır cezalara çarptırılması hakkaniyet ve adalet duygularını derinden yaralamıştır.  Meseleye dikkat çekmek için derlediğimiz bu haftaki yazımızı, kitaba yayınevi tarafından eklenen mukaddimeden bir iktibasla sonlandıralım (7):

“Hakikat, elinde imkânı olan için ortaya çıkarılması, ifşa edilmesi, kesin ve net bir şekilde ifade edilmesi gereken bir sorumluluktur. İnsanlara hakikati ulaştırma gayret ve endişesi topluma, İslâm’a ve Allah’a karşı olan bu sorumluluğu yerine getirme çabamızda bizleri kamçılayan bir etken olmuştur.

Bu anlayış bizleri, İslâmi hayatı başlatma çabası uğrunda mücadele veren ve özellikle İslâm beldeleri başta olmak üzere kurulduğu 1953 yılından günümüze fikrî ve siyasi çalışmalarıyla dikkatleri üzerine çeken Hizb-ut Tahrir’in kendi dilinden anlatıldığı bu eseri ortaya koymaya itmiştir.

Zira Hizb-ut Tahrir, ortaya çıkışından günümüze kadar insanların teveccühüne karşı kimi devletler, karanlık gruplar ve vehimleri kendisine galebe çalmış kişilerce birtakım iftiralara maruz kalmış bir yapıdır. Kendisi hakkında herkesin konuştuğu, iftira ve vehimlerle fikirlerinin ve projesinin üzerinin karartılmaya çalışıldığı bir ortamda Hizb-ut Tahrir’in kendisini anlatması, iftira ve vehimlere cevap vermesi ve en önemlisi de Hilâfet gibi ümmetin kurtuluşuna vesile olacak kapsamlı ve kuşatıcı projesini ifade etmesi hakikat arayışında olanlar için beklenen bir şeydir.” (Kar, 2017:11).

İnsanları, fikirleri ve hareketleri tanımlamak yerine tanımak, yargılamak yerine anlamak ve ‘muhalif’ saydığımız görüşleri yok edilmesi gereken düşmanca fikirler olarak görmek yerine müzakere edilebilecek, en azından birlikte yaşamaya en az hâkim görüşler kadar hakkı olan alternatifler olarak görme olgunluğuna ulaşabilmek temennisiyle…

 

Kaynaklar:

  1. http://hizb-turkiye.com/index.php?p=basinAciklamasi&s=altin-cagini-yasayan-yargi-muslumanlara-yonelik-yargisiz-infazlarina-devam-ediyor&id=499, 19.12.2017.
  2. https://www.kokludegisim.net/haberler/panele-davet-altin-cagi-ni-yasayan-yargi-yargisiz-infazlara-devam-ediyor.html, 24.12.2017.
  3. https://www.net/haberler/hizb-ut-tahrir-turkiye-yargitay-in-hizb-ut-tahrir-e-yonelik-ceza-onamalari-artarak-devam-ediyor.html, 27.12.2017.
  4. http://org/tr/main/faaliyetler/basin-aciklamalari/1/yargi-zulmu-devam-ediyor/13140, 29.12.2017.
  5. http://www.karar.com/yazarlar/hakan-albayrak/hizb-ut-tahrire-zulum-5784, 25.12.2017.
  6. http://islamdevleti.info/2017/10/kitap-kendi-dilinden-hizb-ut-tahrir-ve-hilafet/, 23.10.2017.
  7. Mahmut KAR; Kendi Dilinden Hizb-ut Tahrir ve Hilâfet, Köklüdeğişim Yayıncılık, Ankara 1438/2017, 204 s.
  8. http://www.hizb.org.uk
Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
MISIR’DAKİ SİYASİ İDAMLARI DURDURMAK İÇİN SOMUT ADIMLAR ATABİLMEK
İMAM ŞAMİL’İ VE “İMAMAT DEVLETİ”Nİ YAKINDAN TANIMAK

Yorum yap

Yorum