-- Diriliş Postası, Vahiyle İnşa Olmak

HAYIR MEDENİYETİNİ YENİDEN İNŞA EDEBİLMEK

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

“Hayr” kelimesi Arapça “h-y-r” kökünden türeyen bir mastar olup “iyi, seçkin, iyilik, iyi davranış” anlamlarını ifade etmektedir. Türkçe sözlüklerde; “Bir karşılık beklemeksizin yapılan yardım, iyilik işi, iyilik. Yararlı, uğurlu, güzel, hayırlı, iyi.” şeklinde tanımlanan “hayır” kökünden türemiş çok sayıda kelime ve bileşik kelime hâlen -diğer tüm Müslüman toplumların anadillerinde olduğu gibi- Türk dilinde de yaygın şekilde kullanılmaktadır.

Türkçede “h-y-r” kökünden türemiş hayırlı, hayırsever, hayırhah, hayırsız, hayret, hayrülhalef, muhayyer, muhtar, ihtiyar gibi çok sayıda kelime hâlen canlılığını korumaktadır. Hayır beklememek, hayır etmemek, hayır kalmamak, hayra alamet değil, hayra yormak, hayırdır inşallah, hayrı dokunmak, hayrını görmek, hayırla anmak (ya da yâd etmek), hayır dua gibi olumlu veya olumsuz birçok kalıpta kullanılan bu ve benzeri bileşik kelimeler, İslamiyet’i bir hayat tarzı olarak benimseyen toplumların “hayır” odaklı bir medeniyet perspektifine sahip olduğunu da göstermektedir.

Festebiqû’l-hayrât; hayırlarda yarışın!” Emrine Uygun Davranabilmek

Türevleriyle birlikte “hayr” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 196 yerde dört farklı anlamda kullanılmıştır. “Seçmek, tercih etmek” anlamında 21 yerde, “servet, mal mülk” anlamında 6 yerde, “iyi hâl” anlamında bir yerde (Enfâl 8:23) ve dördüncü anlam grubu olarak da “hayır, iyilik, daha iyi, daha hayırlı, yegâne/mutlak iyi, vahiy, ecir/sevap, zafer ve ganimet, ahlâken iyi/güzel olan, sevilen, yararlı olan” anlamında “şerrin zıddı” olarak 168 yerde geçmektedir. (1).

Allah Teâlâ’nın güzel isimlerinden birisi de “el-HAYR” olup “hayrın kaynağı, zâtı mutlak hayır olan, hayrı eşsiz ve benzersiz olan” demektir. “H-y-r” kökünden türeyen kelime ve kavramlar; “fıtratın ilgi duyduğu, meyledip sevdiği ve istediği şey, iyilik, cömertlik, tercih, üstünlük, hayranlık, şaşkınlık” gibi anlamlara sahiptir. (2).

“Herkesin bir hedefi olur ve ona yönelir. Siz, hayırda (iyiliklerde) yarışın. Nerede olursanız olun, Allah sizi bir araya getirecektir. Her şeye bir ölçü koyan (ve gücü yeten) Allah’tır.” (Bakara 2:148).

“Gerçekleri içeren bu Kitab’ı sana, önceki Kitapları onaylayıcı ve koruyucu özellikte indirdik. Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen doğruları bırakıp onların arzularına uyma! Her birinize bir şeriat ve bir yöntem belirledik. Tercihi (size bırakmayıp) Allah yapsaydı hepinizi tek bir toplum yapardı. Oysa verdiği şeylerle sizi (yıpratıcı) bir imtihandan geçirmek için böyle yaptı. Artık iyi işlerde yarışın. Tekrar (kalıcı hayata) dönüşünüzde Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. O, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları size bildirecektir.” (Mâide 5/48).

“Siz, insanlık adına çıkarılmış en hayırlı toplum/ümmetsiniz; iyi ve doğru olanı teklif eder, kötü ve yanlış olandan sakındırırsınız; zira Allah’a inanıp güvenirsiniz. Eğer Ehl-i Kitap da inanıp güvenseydi, haklarında daha hayırlı olurdu. Onlardan (Allah’a) güvenip inananlar varsa da, çoğunluğu yoldan çıkmıştır.” (Âl-i İmran 3:110).

Allah Rasulü (s) de birçok hadisinde “hayr” kelimesini kullanmış olup; “Lâ hayra fî …; …de hayır yoktur.”, “Hayrukum…; Sizin en hayırlınız…”, “Hayru’n-nâsi…; İnsanların en hayırlısı…” kalıplarıyla sahih hadis külliyatında onlarca hadis olduğu malumdur.

Medeniyetlerin “Hayır” Telakkilerini Tefrik Edebilmek

Huwe Hayrun we ebqâ: O hayrın kaynağıdır, O bâkidir.” âyet-i kerimesi mucebince mutlak kaynağı Allah olan hayrın dört kaynağından söz edilebilir. Hayrın; ontolojik kaynağı olan fıtrat ve vicdan; teolojik kaynağı olan inanç; mutlak kaynağı olan Allah ve sosyolojik kaynağı olan toplum.

Eski Hind’de hayır faaliyeti yoktu. Çünkü Hinduizm, Brahmanizm, Budizm gibi inançlar görünen âlemin gerçek değil hayal olduğuna inanmaktadır. Ayrıca kast sistemini esas aldığından hayır yapmak Yaratıcı’nın işine karışmak gibi algılanır. Konfüçyanizmde hayrın kaynağı toplumsal ve siyasal çıkarlardır.

Ahuramazda-Ehrimen (İyilik Tanrısı-Kötülük Tanrısı) tesniyesine dayalı Zerdüştlük’de, madde bir Rahman’ın bir Şeytan’ın eline geçen ve kimin eline geçerse onun aleti olan bir silah olarak resmedilir. Eski Mısır’da hayır; Firavun’a, yani “Güneş’in/Tanrı’nın oğlu”na(!) hizmet etmektir.

Yahudi ilahiyatı hayrı saf akidenin ve Allah inancının bir gereği olarak değil, sosyal şartların açtığı yaraları kapatmanın bir unsuru olarak görür. Hıristiyanlık; -Kilise seküler/dünyevi olanın karşıtı olduğu için- hayrı sadece teolojik olarak tanımlar, hayrın fıtri, vicdani ve toplumsal tarafını yok sayar. (2).

İslam’da ise dünya ile ahireti, madde ile mânayı, Yaratan ile yaratılanı, toplum ile ferdi dengeli bir şekilde ele alan bir hayır telakkisi ve bu telakkiye uygun Hisbe Teşkilatı, Fütüvvet Teşkilatı, vakıflar gibi hayır kurumları ortaya koymuştur. İslam medeniyeti diğer medeniyetlerin aksine muhatabını hazza ve yarara değil, hayra çağırır. Müslüman haz için ve yarar için değil, hayır için çabalar. Zira hazzı içgüdüler, yararı nefis, hayrı ise Allah belirler. Haz anlıktır, yararın en uzunu ömürlüktür, hayır ise ölümden sonrasını da kapsayan uzun süreli ve kuşatıcı bir mutluluktur. Hazzın ücreti hemen verilir, yararın karşılığı dünyada görülür, hayrın karşılığı ise hem bu dünyada hem de ahirette görülür.

Hayır Medeniyetini Gerekçelerine Uygun Olarak Yeniden İnşa Edebilmek

“… Mescid-i Haram’a girmenizi engellediler diye bir topluluğa duyduğunuz öfke, sakın sizi aşırılığa sevk etmesin. İyilikte ve yanlışlardan korunmada (takvada) yardımlaşın ama günahta ve taşkınlıkta yardımlaşmayın. Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun. (Zira) Allah, suçla ceza arasında sıkı bağ kurar.” (Mâide 5:2).

Yahudiler ve Hıristiyanlar (Mâide 5:51), bütün kâfirler (nankör inkârcılar) (Enfâl 8:73), bütün zalimler (Câsiye 45:19) nasıl birbirlerinin velisi, koruyup kollayıcısı ve destekçisi ise, Allah’ın dosdoğru yolunda yürüme çabası veren mü’minler de birbirlerinin velisidirler (Enfâl 8:72).

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisi/yakın dostudur. Marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olanı ister, münkere (Kur’an’a aykırı olana) engel olurlar. Namazı özenle ve sürekli kılar, zekâtı verir, Allah’a ve Elçisi’ne de boyun eğerler. Allah, işte bunlara ikramda bulunacaktır. Allah güçlüdür, doğru kararlar verir.” (Tevbe 9:71).

“Sana bağlılık sözleşmesi yapanlar, o sözleşmeyi aslında Allah ile yapmış olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir. Kim sözünden cayarsa kendi aleyhine caymış olur. Kim de Allah’a karşı üstlendiği görevi yerine getirirse, Allah ona büyük bir ödül verecektir.” (Fetih 48:10).

Hayır medeniyetini inşa yolunda yardımlaşmamızı ve dayanışmamızı, birbirimizi koruyup kollamamızı emreden bu ayetler yanında yolda kalmıştan yetime, muhacirden miskine kadar bütün dezavantajlı insanlara nitelikli destek sunmamızı emreden Rabbimizin yüce buyrukları ile “ed-Dâllu ale’l-hayri kefâ’ilih: Bir hayra rehberlik eden onu bizzat yapmış gibidir.” hadisiyle tüm mü’minleri hayrın yaygınlaşmasında görev üstlenmeye teşvik eden Allah Rasulü’nün güzel örnekliği Müslümanların sadece dindaşlarını değil, bütün insanlığı, hayvanatı, nebatatı, hatta cemadatı kuşatan bir hayır medeniyetini yeniden elbirliğiyle inşa etmeleri gerektiğinin gerekçesini oluşturmaktadır.

İslam Medeniyetinin Ayırıcı Vasıflarını Ortaya Koyabilmek

Medeniyet kavramı sözlük anlamı itibarıyla uygar olma durumunu ve uygar kimseye yakışır davranış ve tutum sergilemeyi ifade etmektedir. Felsefede “Barbarlık durumundan çıkıp törelere bağlı olarak belirli bir yurt içinde birlikte yaşama” anlamına gelen medeniyet, toplumbilimde “İnsanların doğaya egemen olma, toplum olarak daha iyi bir hayata ulaşma çabalarından çıkan sonuçların, bilim, teknik, sanat ve kültürün tümü” olarak tanımlanmaktadır.

Hayatımız başta olmak üzere, verdiği sayısız nimet ve lütuflar karşısında şükran borcumuz olan Allah’a karşı borçluluk bilincini de ifade eden “dîn” kelimesiyle aynı kökten türeyen “medîne” şehri, “medenî” ise kurallara uygun davranan şehirliyi ifade eder. Bilgi ve görgü seviyesi bakımından yüksek düzeyde olan insanı tanımlayan “medenî” sıfatının zıttı “bedevî”dir.

“Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” diyerek Mehmet Âkif Ersoy’un ya da Batı sivilizasyonuna optimizm, üniversalizm ve etnosentrizm gibi vasıfları çerçevesinde ve insanlığa yaşattığı olumsuzluklar üzerinden bakan İsmet Özel’in eleştirileri (3) tanımladığımız anlamdaki medeniyete değil, bazı insanları tanrılaştırıp diğerlerini köleleştiren Batı tarzı medeniyete, daha doğru ifadesiyle sivilizasyona yönelik olsa gerektir. Zira, içtenliğin yok oluşu, israfın artması, maddileşme, dünyevileşme, ahireti unutma, yabancılaşma gibi olumsuzluklar İslam medeniyetinin değil; insan kişiliğini ve toplum yapısını bozan, donuklaştıran, sınıflaşma ve sömürüyü beraberinde getiren Batı sivilizasyonunun ürünüdürler.

Uzun yıllar medeniyetlerin mahiyet ve farklılıkları konusunda çalışmalar yapmış olan merhum Ali Murat Daryal Hoca’nın tespitlerine göre, bir medeniyet başka hiçbir medeniyete benzemeyi istemez. Zira o taktirde kendisi olmaktan çıkacak, Başkaları gibi de olamayacaktır. Bu takdirde medeniyetler camiasında layık olduğu saygın yerini bulamayacaktır. Çünkü sahicisi varken kimse taklidine itibar etmeyecektir. Ayrıca, o medeniyete mensup insanlar, medeniyet yarışında ön sıraya geçmek hususunda ümitsizliğe ve yılgınlığa düşecektir. Dolayısıyla “inşa güçlerini” ve “atılım kabiliyetlerini” kaybedecek ve nihayetinde yok olup gideceklerdir.

Gayet tabiidir ki medeniyetler uzun süren “sosyal hayatları” içinde ihtiyaç duydukları müesseseleri başka medeniyetlerden alacaklardır. Ancak bunları gelişigüzel ve oldukları gibi almayacaklardır. Çünkü alış tarzları ve aldıkları müesseseler onların geleceğini belirleyecektir. Bu yüzden medeniyetler, ihtiyaçlarını “kendi hayati ölçülerini” temel alarak belirleyeceklerdir. Müteakiben bu ihtiyaçlarını tahlil ederek, üzerinde durup düşünerek ve mukayeseler yaparak önem sıralarına göre tasnif edecekler, dışarıdan, en fazla ihtiyaç duydukları sosyal kurumları almakla yetineceklerdir.

Medeniyetler ihtiyaç duydukları bazı “sosyal müesseseleri” dışarıdan alacakları zaman önce bu sosyal müesseseleri en alt birimlerine kadar parçalarına ayıracaklar, daha sonra bu bölümler üzerinde ayrı ayrı durup düşünerek, yorumlayarak ve ayırdıkları parçaları kendi zevklerine, dehalarına inanç ve değerlerine göre yeniden birleştirip şekillendirdikten sonra bünyelerine kabul edeceklerdir. Bu noktadan sonra artık bu sosyal müessese başka hiçbir medeniyete değil sadece o medeniyete ait olacaktır. (4).

İslam medeniyeti önceki medeniyetlerden bazı sosyal kurumları ya olduğu gibi kabul etmiş, ya onları tamamen reddetmiş ya da yepyeni sosyal kurumlar ihdas etmiştir. Yaygın tasnife göre insanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş Grek, Roma, Mısır, Hint, Çin vb. yirmialtı kadim medeniyeti karşılaştırdığımızda, İslam medeniyetinin bazı hususiyetleriyle onlardan farklılaştığını görmekteyiz. Özetle İslam medeniyetinin temel özelliklerini şöylece sıralayabiliriz:

  1. Allah merkezli olup tevhid inancı üzerine kurulmuştur.
  2. Temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Sahih Sünnet’tir.
  3. İlk evrensel medeniyet olup yerel ve kapalı değil küresel ve açıktır.
  4. Sadece dünyayı ya da sadece ahireti esas almaz, ikisinin altın dengesini kurar.
  5. Maddeyi yüceltmediği gibi hakir de görmez ama mâna önceliklidir.
  6. Kendi aleyhine bile olsa adaletten taviz vermez.
  7. Merhameti ve şefkati sadece dindaşlarını değil tüm yaratılmışları kapsar.
  8. Tüm insanları kardeş bilir ve barışı esas alan iyi ilişkiler (ihsan) geliştirir.
  9. Bencil değil diğergâmdır / kendi çıkarını değil başkasını düşünür.
  10. Mekânı da ihmal etmemekle birlikte zaman öncelikli bir medeniyettir.
  11. Toplumsal işleri ortak akıl (şûrâ) ile karara bağlar.
  12. İmanın yanında akla, tedrice, kolaylığa, sadeliğe, estetiğe de önem verir.

Kaynaklar:

  1. Mehmet Okuyan; Kur’an Sözlüğü, Düşün Yay., İstanbul 2015, s.311-314.
  2. Mustafa İslâmoğlu, Esmâ-i Hüsnâ, 2. Baskı, Düşün Yay., İstanbul 2013, II/1185-1215.
  3. İsmet Özel; Üç Mesele: Teknik – Medeniyet – Yabancılaşma, Tiyo Yay., İstanbul 2012, 160 s.
  4. Ali Murat Daryal; Medeniyetler ve Mesajları, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı (İFAV) Yay., İstanbul 2015, 246 s.
Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
YAHUDİ VE HIRİSTİYAN KÜLTÜRLERİNİN HADİSLERE ETKİSİNİ İNCELEMEK
SURİYE’DE OLUP BİTENİ KAVRAYABİLMEK

Yorum yap

Yorum

  1. Çok değerli Fethi Güngör Hocamız,
    Bu defa da, kapsamı ve değeri çok yüksek olan, HAYR sözcüğünü konu odağı olarak incelemekle, okuyucuya, dolayısı ile topluma hayırlı bir katkıda bulundunuz. İslami anlayış içersinde HAYR sözcüğü, günlük hayatta çok geniş yeri olan bir kavramı ifade ediyor. bana HAYR-ÜL BEŞER kavramını hatırlattı. her şey insanlığın hayr ı için işlemeli ki, insanlık yüksek medeniyet ve merhamet değerlerine ulaştığı zaman, Dünya nimetlerinin sonsuz zenginliği, ahiret yolunu da aydınlatacaktır. Selam ve saygılarla.