“Erkek olsun kadın olsun, -ki zaten hepiniz mükellef olarak birbirinize eşitsiniz- emek veren hiç kimsenin emeğini zayi etmeyeceğim. Kötülükten ve kötülük diyarından hicret edenlere, yurtlarından sürülenlere, yolumda eziyet çekenlere, savaşanlara ve öldürülenlere gelince: Onların kötülüklerini mutlaka örteceğim ve elbet onları Allah’tan bir ödül olarak zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağım; zira ödüllerin en güzeli Allah katındadır.” (3:195).
İsteğe bağlı ya da zorunlu, iç veya dış nüfus hareketlerine ilişkin kelime ve kavramları incelemeyi gelecek yazımıza bırakarak sürgün kavramını Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nden özetle iktibas etmekle yetinelim:
Sürgün; bir kişinin veya bir topluluğun ceza yahut güvenlik tedbiri olarak yaşadığı yerden başka bir yere belli bir süre ya da ömür boyu kalmak üzere isteği dışında gönderilmesi ve orada ikamet etmeye mecbur tutulmasıdır. Kelime, hakkında bu ceza veya tedbirin uygulandığı kişi ve gönderildiği yeri de ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde peygamberlerin yahut bir ülke veya belde halkının topluca yurtlarından çıkarılması manasındaki sürgün (ihrâc) ile ilgili birçok atıf vardır. Topluluğun sürgün edilmesi manasına gelen “celâ” bir âyette (59:3) ve “nefy” bir âyette (5:33) geçmektedir.
Sürgün bir ülkeden başka bir ülkeye olabileceği gibi aynı ülke içinde kişinin doğup yaşadığı veya yerleştiği yerden başka bir bölgeye gönderilmesi biçiminde de gerçekleşebilir. Toplu sürgün uygulamasına genellikle siyasal veya sosyal gerekçelere bağlı olarak doğabilecek zararlara karşı önlem niteliğinde ve bilhassa kamu düzeninin korunması amacıyla başvurulur; literatürde bu tür sürgün uygulamaları daha çok “tehcîr” kelimesiyle ifade edilir. İskân amaçlı sürgünler, yerleşik hale getirilmesi istenen göçebe toplulukların belli bir yerde ikamete zorlanması şeklinde tarihte sıkça rastlanan uygulamalardır.
Toplu sürgünlerin bir diğer örneği, özellikle savaşlar sonunda yenilen taraf halkının yaşadığı yerden başka yere gitmek zorunda bırakılmasıdır. Gönüllü sürgünde de kişi yaşadığı yeri terk etmediği zaman hukuki ya da sosyal başka bir yaptırımla karşılaşacağı için doğrudan veya dolaylı bir zorunluluk hali sürgünün temel unsurudur. Ülke dışına yapılan sürgün uygulamaları neticesinde kişiler vatandaşlık haklarını kaybedebilmekte, hatta mal varlıklarına el konulabilmektedir.
Sürgün cezasının Hammurabi kanunlarında yer aldığı, Sümerler, Asurlular, Hititler, Persler, Yunanlılar, Romalılar ve Bizanslılar tarafından uygulandığı bilinmektedir. Eski Yunan’da sürgün cezası adam öldürme suçu için sıkça uygulanır, siyasi suç mahkumları on yıl süreyle sürgün edilirdi. Roma İmparatorluğu’nca belli adalar sürgün yeri olarak kullanılırdı. Bizanslılar sınırları içerisinde değişik kitlelere sürgün uygulayıp askerî, ekonomik ve sosyal yönden birtakım çıkarlar sağlıyorlardı. Cahiliye Araplarında da kabilenin örf ve âdetine aykırı davranmakta ısrar edenler sürgün edilirdi. İslâm tarihinde ve özellikle Osmanlılar döneminde gerek bir topluluğa yönelik gerekse hukuki yaptırım niteliğindeki sürgün geniş bir uygulama alanı bulmuştur.
Batı ülkelerinin uyguladığı sürgünler kolonileşme tarihi boyunca sürmüş; İngiltere, Portekiz, İspanya, Fransa, İtalya, Rusya, Hollanda, Danimarka gibi devletler suçluları Amerika, Afrika, Brezilya, Avustralya gibi deniz aşırı ülkelere sürgün etmiştir. Fransızlar için Fransız Guyanası, İtalya için Sicilya adası, Rusya için Sibirya önemli sürgün merkezleri olmuştur. İspanya’daki Müslümanların ve Yahudilerin XV-XVI. yüzyıllarda ülkeden zorla çıkarılması, bilhassa Rusya’nın XIX. yüzyıl boyunca Balkanlar ve Kafkasya’daki müslüman ahaliyi tehcir etmesi, II. Dünya Savaşı sonrasında Kırım’daki bütün Tatarları sürmesi toplu sürgün uygulamalarının önemli örneklerindendir.
Ulus-devletlerin ortaya çıkması ve devletle vatandaşları arasındaki bağın ilke olarak çözülemez olduğu yönündeki doktrinin benimsenmesinin ardından, işlenen suçlardan ötürü ülke dışına sürgün nadiren uygulanır hale gelmiş olmakla birlikte halk hareketleri ve devrimler birçok siyasi sürgüne yol açmıştır. Diğer taraftan XX. yüzyıl uluslararası hukuku, ülkeleri işgal edilen ve ülkeyi terk etmek zorunda bırakılan hükümet üyelerini iktidara ilişkin iddialarını devam ettirmeleri durumunda meşru hükümet şeklinde tanımış ve bunu ifade etmek için “sürgünde hükümet” kavramını geliştirmiştir.
İslâm hukukçuları cezai yaptırım olarak sürgünün meşruiyeti hususunda görüş birliği içindedir. Bununla birlikte Kur’an ve Sünnet’te bazı suçlar için öngörülen sürgün cezasının mahiyeti, kimlere uygulanacağı, süresi ve uygulanacağı yer konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür… (TDV İA, 38/164).
Tarihin en büyük sürgünleri
İki bin yıl boyunca Yahudiler’in Babil’den, Medine’den, İspanya’dan, Almanya’dan ve Avrupa’nın bir çok ülkesinden sürülmesi, Osmanlı Devleti’nin son demlerinde 1915’te çıkarılan “Tehcir Kanunu” çerçevesinde Ermenilerin ülke içinde zorunlu göçe tabi tutulması, 1923’te ‘Nüfus Mübadelesi’ kapsamında Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleştirilen nüfus değişimi ve Mart 1964’te İsmet İnönü tarafından alınan ani bir kararla İstanbul’da yaşayan Rumların 48 saat içerisinde Türkiye’yi terk etmeye zorlanması, 15 Mayıs 1948’de İsrail’in kuruluşuyla başlayan ve ‘Nekbe (Büyük Felaket)’ adıyla anılan sürgünde 700 binden fazla Filistinlinin yurtlarından uzaklaştırılması gibi bir çok sürgün olayı müstakil birer araştırmaya konu yapılacak çapta sürgünler olup on bin karakterle sınırlı bu yazımızda Kırım ve Kafkas sürgünlerine değinmekle yetinmek durumundayız.
Sovyet Dönemi Sürgünleri
Komünist yönetimin sürgüne gönderdiği bir milyon Sovyet Almanı, Karaçay-Malkar Türkleri, Çeçenler, İnguşlar, Kabardeyler, Kalmuklar, Kırım Tatarları, Kırım Rumları, Kırım Ermenileri, Ahıska Türkleri ve Kürtler 20 yıl süren ilk sürgün döneminde herhangi bir iş kampından kaçamadan ağır şartlar altında hayatlarını sürdürmeye çalışmıştır. Son günlerde yayınlanan SSCB arşiv belgelerine göre Sovyet döneminde sürgün edilen 2.300.223 insanın % 79.8’i devamlı olarak özel sürgün yerlerinde, % 20.2’si diğer özel küçük yerleşim yerlerinde ikamete mecbur bırakılmıştı.
23 Şubat 1944’te yarım milyon insan (362 bin Çeçen ve 135 bin İnguş) Sibirya’ya sürüldü. Çeçen ve İnguş halkı bu sürgün esnasında nüfusunun yüzde 38’ini kaybetti. 9 Ocak 1957’de Çeçen ve İnguşların ana vatanlarına dönmelerine izin verdi. 7 Mart 1944 tarihinde lağvedilen ve toprakları çeşitli ülkelere paylaştırılan Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ise 1957 yılında yeniden kuruldu. 1939 yılının resmi kayıtlarına göre 488 bin olan Çeçen-İnguşların nüfusu sürgünden sonra 200 bine kadar düştü. 1959 yılında ise Çeçen-İnguş Cumhuriyeti’ndeki tüm İnguş ve Çeçenlerin sayısı 311 binden ibaretti.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan’da Rus birlikleriyle Çeçen direnişçiler arasında başlayan ve halen devam eden savaşta 50 bine yakını çocuk olmak üzere 250 bin insan katledildi. Hür dünyanın gözü önünde yaşanan birinci ve ikinci Rus-Çeçen savaşları yüz binin üzerinde Çeçen’in mülteci hayatı yaşamasına, 30 bini aşkın insanın sakat kalmasına yol açtı…
Karaçay Özerk Bölgesi, 2 Kasım 1943’te Sovyet askerlerince boşaltılarak 33 bini çocuk olmak üzere 69 bin Karaçaylı; 8 Mart 1944’te ise 37 bini aşkın Malkar hayvan vagonlarıyla Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın iç bölgelerine zorla gönderildi.
18 Mayıs 1944: Kırım Tatarlarının Sürgünü
Stalin dönemi sürgünleri Kuzey Kafkasya halklarıyla sınırlı kalmadı. 18 Mayıs 1944 gecesi başlayan ve 3 gün süren yoğun sürgün operasyonu Kasım ayına kadar artçı sürgünlerle devam etti ve 200 bin Kırım Tatarı zorla yurtlarından koparılarak Orta Asya’nın ücra köşelerine götürüldü. ‘Sürgünlik’ operasyonuna 32.000’den fazla NKVD birliği katılmıştı. Sürgün edildiği resmen kabul edilen 194 bin kişiden 152 bin kişi Özbekistan’a, 8.597 kişi Mari’ye, 4.286 Kazakistan’a, geriye kalan 30 bin kişi ise Rusya’nın çeşitli oblastlarına zorla götürülmüştü. Sovyet muhaliflerinin bilgilerine göre, pek çok Kırım Tatarı, Sovyetler Gulag sistemi tarafından yapılan büyük ölçekli projelerinde köle gibi çalıştırılmıştır.
Nüfusunun yüzde 42’sini zor şartlar altında yitiren Kırım Tatarları yurtlarına dönebilmek için 1980’li yılları beklemek zorunda kaldı. Yıllar sonra yurtlarına döndüklerinde evlerinin ve topraklarının Ruslara ve Ukraynalılara dağıtıldığını gördüler. Sorunlarını çözemeden Rusya’nın Ukrayna’yı yeniden işgal etmesiyle Kırım Tatarlarının durumu yeniden darboğaza girdi.
Gürcistan’ın Ahıska bölgesinde yaşayan 300 bin ‘Osmanlı Türkü’, 14 Kasım 1944 tarihinde anavatanlarından koparılarak Sibirya’ya sürgün edildi. Bugüne kadar yurtlarına dönememiş olan Ahıskalılar Rusya Federasyonu, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye, Ukrayna, Almanya, Fransa, İtalya ve ABD’de bölük pörçük bir hayat sürmektedir. Ahıskalılar, 1989 yılında ikinci büyük sürgün yaşadı. Fergana’da çıkan olaylar gerekçe gösterilerek 100 bin Ahıskalı ikinci vatan bildikleri Özbekistan’dan komşu ülkelere ve Rusya’nın Krasnodar bölgesi ile Ukrayna’ya göç etmek zorunda bırakıldı. Gürcistan, Avrupa Konseyi’ne kabul edilirken Ahıskalıların yeniden anavatanlarına yerleştirilmesi konusunda taahhüt altına girdiği halde bugüne kadar bu taahhüt yerine getirilmedi.
Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinin Ermenistan tarafından 1992-94 yıllarında yaşanan savaşta işgaliyle başlayan süreçte 1 milyonu aşkın ‘kaçgın’ Azeri, halen zor şartlar altında Azerbaycan’ın çeşitli vilayetlerinde hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır.
1804 yılında baş gösteren Sırp isyanı ile başlayarak iki asır boyunca Balkanlardan Anadolu’ya yönelen nüfus hareketleri, özellikle Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’dan yüzbinlerce Türk, Boşnak ve Arnavut dönem dönem mülklerini ve yurtlarını terk ederek Türkiye’ye gelmek zorunda bırakılmıştır.
Bireysel Sürgünler
İnsanlık tarihi boyunca toplu sürgünler yanında bireysel sürgünler de sıkça görülmüştür. Mesela Osmanlı döneminde şiirleri/eserleri yüzünden, ahlakî sebeplerle, düşmanlarının gözden düşürmesi sonucu, görevinde başarısız olması veya siyasi ihtilaflar sebebiyle sürgüne gönderilenler olmuştur.
Sürgün yeri olarak, kaçma ihtimaline karşılık özellikle Bozcaada, Midilli, Sakız, Girit, Rodos ve Kıbrıs gibi adalar seçilmiştir. Malta, Fizan, Bursa ve Sinop önemli sürgün mekânlarından idi.
Sürgün yemiş insanlar arasında dünya çapında şöhrete sahip Sultan Vahdettin gibi siyasi, İmam Humeyni gibi dini liderler de bulunmaktadır. 23 Nisan 1924 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla yurt içinde oturmaları ve Türkiye’ye girmeleri yasaklanan 150’liklerden, 26 Haziran 1938 yılında yasak yürürlükten kaldırıldıktan sonra yurda dönen pek az kişi olmuştur.
Tarihin şahit olduğu en büyük sürgünlerden biri olan 21 Mayıs 1864: Büyük Çerkes Sürgünü’nü gelecek yazımıza bırakarak, sürgünlerin yaşanmadığı insanca bir hayatı birlikte inşa edebilmek niyazıyla yazımızı burada noktalayalım.
Tavsiye Edilebilecek Bazı Türkçe Kaynaklar:
- Adem Sağır; “Sürgün Sosyolojisi Bağlamında Göçün Sosyo-politiği: Sovyet Rusya Örneği”, Avrasya İncelemeleri Dergisi (AVİD), I/1, 2012, s. 355-391.
- Cemal Kutay; Yüzellilikler Faciası, 1. cilt, İstanbul 1955.
- Justin McCarthy; Ölüm ve Sürgün, Çev. Bilge Umar, 7. Baskı, İstanbul 1995, 404 s.
- Kamil Erdeha; Yüzellilikler, Tekin Yayınevi, İstanbul 1998, 240 s.
- Kemal Daşcıoğlu; Osmanlı’da Sürgün, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2007.
- Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu; “Kırım Tatar Millî Kurtuluş Hareketinin Kısa Tarihi”, surgun.org/tur/bilgi.asp?yazi=ktmh
- Seyit Tuğul, SSCB’de Sürgün Edilen Halklar, İstanbul 2003.
- Tuba Işınsu Durmuş, Osmanlının Sürgün Şairleri, Kapı Yayınları, İstanbul 2014, 228 s.