“…Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah o toplumun gidişatını (kendiliğinden) değiştirmez…” (Ra’d Sûresi, 13/11).
‘Sorun’ kelimesi Türkçe Sözlük’te “üzerinde düşünülmeye değen ve çözüm getirilmesi, olumlu ya da olumsuz bir sonuca ulaştırılması gereken durum” (TDK, 2005) olarak tanımlanır. Eşanlamlı kelimeler olarak Arapça kökenli ‘mesele’ ve Fransızca kökenli ‘problem’ kelimeleri de dilimizde yaygın olarak kullanılır. Modern Arapça’da sorun kelimesi için “müşkile” (çoğulu meşâkil) kelimesi kullanılmaktadır.
Hastalık veya sakatlık durumunun olmayışı yanında ‘bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali’ olarak tanımlanan ‘sağlık’ kavramı sadece insan tekine münhasır olmayıp toplumlar için de kullanılmaktadır. Aynen bireyler gibi çeşitli sorunlar yaşayabilen toplumlar da, sorunlarıyla yüzleşebilmeli, sorunlarıyla baş etmeyi öğrenmelidir. Aksi takdirde kendini tarih sahnesinden silinen binlerce topluluk arasına katılmaktan kurtaramaz.
Müslümanlar en az iki asırdır fakirlik, cehalet, tefrika, zihnî ve sosyal atalet, sömürülmeye müheyyalık gibi çeşitli sorunlar yaşamaktadır.
Günümüz psikoloji biliminde kişilerin biyo-psiko-sosyal bütünlüğünü ve işlevselliğini bozan her şey sorun olarak nitelenmektedir. Bir sorunun kişinin hayatına etkisi, kişinin o sorunu algılayışına ve o sorunla baş etme becerisine göre farklılaşmaktadır. Kişi bu sorunu benlik bütünlüğüne yönelik bir saldırı olarak tanımladığında sorunun etkisi yıkıcı olmaktadır. Bu açıdan kişinin sorunu algılama şekline göre sorunun günlük hayata etkisi biçimlenmektedir. Kişinin sorunlarla baş etme becerisine göre ise kişi ya sorunlarıyla yüzleşmekte ve onların üstesinden gelmek için çaba harcamakta ya da buna cesaret edemeyip sorunlarla yüzleşmekten sürekli olarak kaçmaktadır. Bu durumda sorunlar kronik hale gelmektedir. Klinik psikoloji kişileri sorunlarıyla yüzleştirmekte ve onların sağlıklı baş etme yöntemlerini öğrenmelerine ve potansiyel olarak sahip oldukları baş etme becerilerini geliştirmelerine destek olmaktadır.
Dünya nüfusunun dörtte birinden fazla bir bölümünü oluşturan Müslümanların yeryüzünde yeniden kurucu özne olabilmeleri ve vahye mutabık bir hayatı inşa edebilmeleri için an itibarıyla yaşadıkları sorunlarla yüzleşmeleri ve bu sorunlarla baş edip onların üstesinden gelebilmeleri gerekmektedir.
Yakıcı soruları cesaretle sorabilmek
Sorunlarla baş etmede topluma öncülük etmek; âlim, hoca, mütefekkir, aydın, akademisyen ya da kanaat önderi olarak kabul gören insanların boynuna borçtur.
Kıyamete kadar insanlığın yegâne umudu olan Ümmet-i Muhammed’in toparlanıp önderlik rolünü yeniden ifa etmeye başlayabilmesi için öncelikle ve içtenlikle şu yakıcı soruları kendisine sorması gerekir:
- Nasıl oldu da adı ‘barış’ olan İslam dini ‘savaş dini’ olarak kabul edilir hale gelebildi?
- Nasıl oldu da dünyanın en kibar, en duyarlı, en hatırşinas ve en merhametli insanının peygamberi olduğu bir ümmet kabalıkla, şiddetle ve hatta terörle anılır oldu?
- İlkeyi ve hakkı üstün tutan bir dinin müminleri nasıl oldu da gücü kutsar hale geldi ve halkı müslüman ülkeler hakkın yılmaz savunucu olması gerekirken hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı yerler haline gelebildi?
- Kendileri gibi inanmayanlara bile adalet ve ihsan ile muamele etmekle emrolunan müminler nasıl oldu da fütursuzca birbirinin kanını dökmeye cesaret eder oldu?
- Savaş ortamında bile mabetlere koruma garantisi veren İslam’a teslim olduğunu iddia edenler nasıl oluyor da kardeş mezhebin camilerini hem de içinde cemaat varken bombalayabiliyor?
- Sorumluluk bilinci anlamına gelen takvayı yegâne üstünlük ölçüsü olarak belirleyen bir kitabın inananları nasıl oluyor da sorumsuzluğun timsali olarak gösterilir hale geldi?
- Ahlâkı bireyin ve toplumun alt yapısı olarak gören son vahyin inanan muhatapları nasıl oldu da onu temelden söküp üst yapının ikinci hatta üçüncü katına taşıyabildi?
- İki günü eşit olanın ziyanda olduğunu söyleyen bir peygamberin tabileri nasıl oldu da tembelliğin numune-i imtisali olarak anılır oldu?
- Şahısperestliği, peygamber bile olsa bir insanı insanüstüleştirmeyi şirk kabul edip yasaklayan İslam’ın müntesipleri nasıl oldu da hocalarında, şeyhlerinde ve liderlerinde insanüstü vasıf ve güçler vehmeder oldu?
- “Lâ raybe fîh” olan, hiç bir şüphe barındırmayan yegâne kitap Kur’an iken, müslüman cemaatler nasıl oldu da hocalarının ve büyüklerinin kitaplarını hatasız kabul etmeye ve Kur’an yerine bu nakıs eserleri hayatlarının ana kitabı haline getirmeye başladılar?
- Gıybeti ‘ölmüş kardeşinin etini yemek’ kadar iğrenç bir hastalık olarak gören Kur’an’ın yolundan gittiğini iddia edenler nasıl oldu da insanları arkalarından çekiştirmeyi rutin bir davranış haline getirebildi?
- Tefrikayı, parçalara bölünüp dağılmayı yasaklayan ve vahdeti, birlik ve beraberliği emreden bir kitaba inandığını söyleyen; keza bölük pörçük olmuş hastalıklı bir toplumu medeniyet kuran sağlam bir topluma dönüştüren bir peygamberin izinden gittiğini düşünen Müslümanlar nasıl oldu da tefrikayı içselleştirdi de diğer tüm grupların sapık, kendi grubunun ise “fırka-i nâciye; kurtulan grup” olduğuna inanır hale gelebildi?
- İnsana aklını kullanmayı, iradesiyle hareket etmeyi ve tercih ve eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmeyi emreden bir kitabın müminleri nasıl oldu da bu büyük emanetleri devre dışı bırakan çarpık bir kader anlayışını tüm hayat alanlarında kılcal damarlarına kadar yerleştirebildiler?
- Gelen bir haberi iyice araştırmayı emreden, aksi takdirde başka grup ve toplumlarla aralarının açılıp düşman olacaklarını haber veren ilahi bir kitabı kendine rehber edinen, atmış kadar ülkede çoğunluk olarak yaşayan iki milyara yakın müslüman nasıl oldu da bugüne kadar ortak bir haber ajansı kuramadı? Ortak medya araçları kurarak birbirlerinin haberlerini doğrudan almak yerine kapı komşusunun haberini bile can düşmanlarının yorum ve yönlendirmesiyle almayı nasıl içine sindirebildi?
- Kavmiyetçilik ve ataların yolunu kutsama cahilliği, vahyin kesin yasağına rağmen nasıl on dört asır boyunca varlığını devam ettirebildi?
- İlk emri “oku” olan, enfüsi ve afaki ayetleri, iç ve dış dünyadaki olayları gözlemlemeyi emreden bir kitaba inanan insanlar nasıl oluyor da eğitim, bilim ve araştırma sıralamalarında dünyanın en gerisinde kalabiliyor?
- Hakikatin temsilcisi olma misyonu gereği gerçekçi olması gereken Müslümanlar nasıl oldu da hayalperest oldular? Ne oldu da aklı ve duyuları istihfaf ederek rüya ve duyguların esiri oldular?
- İnsanlık ailesinin en bilinçli ve en sağlam kimlikli üyesi olması gereken Müslümanlar ne oldu da bilinçlerini kaybettiler ve kimlik krizine yakalandılar?
- Sünnetullaha riayeti emreden yüzlerce âyete rağmen nasıl oldu da Müslümanlar durumlarının iyi yönde değişmesini; Allah’ın doğaya, tarihe ve topluma koyduğu yasalara göre davranarak sağlamak yerine kutsal kurtarıcılara havale eder oldular?
- İslam dini bir çok bedevi toplumu medeniyet numunesine dönüştürdüğü halde günümüz Müslümanları bedevi tavırlarını sürdürmeyi nasıl başarabiliyor?
- Allah’ın bahşettiği zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına, en dinamik insan servetine rağmen Âlem-i İslam bu hâl-i pürmelâline nasıl derman bulamıyor?…
Müslüman aydınların bu ve buna benzer yakıcı soruları kendilerine sorması, bu ağır sorulara makul cevaplar bulması ve ümmetin çok çeşitli sorunlarıyla yüzleşmesi münevver haysiyetinin en doğal gereğidir. Mevcut sorunlarla baş etmede ve kronik sorunların üstesinden gelerek vahyin sınırlarını gözeten bir hayatı yeniden inşa etmede topluma öncülük etmek; kendini âlim, hoca, mütefekkir, aydın, akademisyen ya da kanaat önderi olarak gören yahut kendilerine bu hüsnüzannın beslendiği, toplumda bu vasıflarıyla kabul görmüş insanların boynuna borçtur.
Sorunlarla yüzleşebilmek
Öncelikle durum tespitini doğru yapmalıyız. Ardından isabetli bir teşhis çabası içine girmeliyiz. Üçüncü aşamada tedavi yöntemine karar vermeliyiz.
Sorunun varlığını kabul etmek onu çözmenin yarısıdır. Sorunun çözülebilir olduğunu kavramak ve çözülebileceğine inanmak ise sürecin büyük oranda kontrol altına alınması anlamına gelir. Üçüncü bin yılın başında yaşayan Müslümanlar olarak, öncelikle bir takım sorunlarımız olduğunu kabul etmek ve bu sorunların çözülebileceğine inanmak durumundayız.
Yer kürenin merkezinde atmışa yakın ülkede iki milyara yakın bir nüfusla emsalsiz nimet ve imkânlara sahip olmalarına rağmen Müslümanlar; en az iki asırdır fakirlik, cehalet, tefrika, zihnî ve sosyal atalet, sömürülmeye müheyyalık gibi düşünce, inanç ve davranış sorunları yaşamaya devam etmektedir. İmametin saltanata dönüşmesi gibi çok daha kadim sorunları yanında son iki asırda Batı dünyası karşısında teknolojik ve askeri alanda başlayarak ekonomik, siyasi ve kültürel alanlara da yayılan mağlubiyet kompleksinin doğurduğu çeşitli sorunlarla boğuşan günümüz Müslümanları, bütün bu sorunlarıyla yüzleşerek onlarla baş edebilme ve kendilerini ileriye taşıyabilme kapasitesini halen ziyadesiyle haiz bulunmaktadır.
Bütün bir ümmet olarak bedel ödeyip Kur’an’ın reçetesini uyguladığımızda yeniden sağlıklı, dengeli ve örnek bir ümmet olmamız için hiç bir engel kalmayacaktır.
Öncelikle nereden geldik, nasıl geldik, ne durumdayız gibi sorular sorarak durum tespitini olabildiğince doğru yapmalıyız. Ardından bu duruma nasıl geldiğimize ilişkin isabetli bir teşhis çabası içine girmeliyiz. Üçüncü aşamada durumumuzu istenen yönde değiştirmek için; sorunlarımızın üstesinden gelebilmek, hastalıklarımızdan kurtulabilmek ve zaaf ve meziyetlerimizi terbiye edebilmek için nasıl bir tedavi yöntemi uygulayabileceğimize karar vermeliyiz. Bütün bir ümmet olarak bedel ödeyip Kur’an’ın aydınlığında ortaya çıkacak reçeteyi uyguladığımızda yeniden sağlıklı, dengeli ve örnek bir ümmet olmamız için bir engel kalmayacaktır.
Müslümanları, bütün sorunlarıyla yüzleşerek onlarla baş edebilme ve kendilerini ileriye taşıyabilme kapasitesini halen ziyadesiyle haiz bulunmaktadır.
Siz değerli okurlarımızın da katkısıyla önümüzdeki haftalarda, saydığımız bu tespit, teşhis ve tedavi aşamaları konu edinen yazılarımızla Müslüman topluma ve insanlığa karşı kendi çapımızda sorumluluğumuzu yerine getirmeye gayret edeceğiz. Rabbim, bizi imkân ve kabiliyetlerini en verimli şekilde kullanarak sorumluluğunu bihakkın yerine getiren salih, muslih ve muhlis kullarından eylesin.Müslümanları, bütün sorunlarıyla yüzleşerek onlarla baş edebilme ve kendilerini ileriye taşıyabilme kapasitesini halen ziyadesiyle haiz bulunmaktadır.