-- Diriliş Postası, Sorunlarımızla Yüzleşmek

SORUMLULUĞUMUZU ÜSTLENEBİLMEK

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

“İnsanların işledikleri kötülükler yalnızca kendilerini bağlar; zira hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu taşımaz. Sonunda hepiniz Rabbinize döneceksiniz; işte o zaman O, ihtilafa düştüğünüz hakikatlerin içyüzünü size bildirecektir.” (En’âm 6:164).

 

İnsan olmak sorumlu olmaktır

Sorumluluk kavramı, bir kimsenin üstüne aldığı, yapmak zorunda bulunduğu ya da yaptığı bir iş için gerektiğinde hesap verme durumunu ifade eder. Bir insanın sorumluluğunu üstlenmesi ise, kendi tercih ve davranışlarının veya yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi, bu konuda hesap vermesi ve neticesine katlanması demektir. Herhangi bir konuda sorumluluk taşımayan kimse için kullanılan ‘sorumsuz’ kelimesi aynı zamanda sorumluluk duygusu bulunmayan ya da bu duygusu yeterince gelişmemiş olan, düşünmeden hareket eden, eylemlerinin sonucunu üstlenmeyen problemli insanlar için kullanılmaktadır.

Sorumluluk kelimesi yerine asırlardır kullandığımız Arapça kökenli mesuliyet kelimesi sormak ve sorgulamak anlamına gelen ‘se-e-le’ fiil kökünden türetilmiştir. Farklı kalıplarıyla Kur’an-ı Kerim’de çok yerde geçen sorma, sorgulama ve sorumluluk kelimeleri ‘mes’ûl’ ve ‘mes’ûlîn’ kalıbında ism-i mefûl olarak beş yerde geçmektedir (İsra 17:34 ve 36, Furkan 25:16, Ahzab 33:15, Sâffat 37:24). Özetle bu âyetlerde insanların taahhütlerinden, bakışlarından, dinlediklerinden, düşündüklerinden, inançlarından ya da inançsızlıklarından ve ortaya koydukları eylemlerden mesul olduğu ifade edilmektedir.

Belli sıfatları haiz oldukları varsayılarak belli bir süreyle yetkilendirilen ve kendilerine imkânlar verilen kişilerin, kendi irade ve kararlarıyla yaptıkları ya da ihmal ettikleri işlerden sorumlu tutulması, bunlardan dolayı sorgulanması, bu sorgu neticesinde takdir edilmesi ya da cezalandırılması gerekir.

Sorumluluk üstlenmiş olan bir insanın aklını, iradesini ve tüm kapasitesini kullanarak görevini en iyi şekilde yerine getirmesi için var gücüyle çaba harcaması beklenir. Toplumda yerleşmiş teamüllerin ve üstlenilen göreve ilişkin sözleşmenin doğal bir gereği olarak, aynı zamanda vicdanın fıtrî telkinleri doğrultusunda herkesin; görevinin gereklerini en iyi düzeyde bilmesi, görevinin inceliklerinin farkında olması, mevcut birikimiyle yetinmeyerek sürekli kendini yenilemesi ve görev alanına ilişkin yeni gelişmeleri takip etmesi, önceki hatalarını tekrar etmemesi, sorunlara çok daha etkin ve hızlı çözümler üretebilmesi, insanlara nitelikli hizmet sunması, konumuna mülkiyet değil emanet gözüyle bakması, tevazu ve kulluk bilinci ile yapıcı yaklaşımlar ortaya koyması beklenir.

 

Sorumluluk hiyerarşisini doğru kurmak

Üstlendiği görevi en iyi şekilde yapması, eylemlerinin sonucunu üstlenmesi ve hata yaptığında özür dileyerek bedelini ödemesi insanın topluma karşı sorumluluğunun doğal bir gereğidir.

Öncelikli ve en önemli sorumluluğumuz Allah’a karşı olan sorumluluğumuzdur. Allah’a iman edip O’nun bizim için çizdiği sınırları gözetmek, dini yalnızca O’na has kılmak, tevhit inancımıza şirk bulaştırmamak Rabbimize karşı sorumluluğumuzun zorunlu bir gereğidir. Sorumluluk bilincini kuşanmak anlamına gelen takva; bir taraftan sürekli Allah’ın huzurunda bulunduğumuz bilinciyle davranmak, öbür taraftan yetki kullanırken adil, insanlarla ilişki geliştirirken dürüst, samimi, saygılı ve merhametli olmak demektir.

Akıl sahibi yetişkin her bir fert, içinde yaşadığı topluma karşı sorumludur. Üstlendiği görevi en iyi şekilde yapması, tercih ve kararlarının sonucunu üstlenmesi, kimseyi aldatmaması, hata yaptığında özür dilemesi ve bedelini ödemesi, içinde yetiştiği toplumun bütün üyeleri arasında iyiliklerin yaygınlaşması ve kötülüklerin olabildiğince azalması için sürekli gayret etmesi, toplumda maddi ve manevi desteğe muhtaç olanlara elinden gelen yardımı yapması insanın topluma karşı sorumluluğunun gereğidir.

Kendi nefsine ve ailesine karşı sorumlu olan insanın, kendisinin ve aile efradının yanlış yollara düşmemesi için dikkatli ve sorumlu davranması, dünya ve ahiret ateşlerinden kendisini ve yakınlarını koruması Rabbimizin bize açık emirlerindendir (Tahrim 66:6). Sosyal çevresine karşı sorumlu tutulan insan, soluduğu hava, içtiği su, üstünde yaşadığı coğrafya, beslendiği toprak ve hayvanlar başta olmak üzere bütün bir fizik çevreye karşı da sorumlu tutulmuştur. Dolayısıyla kendisine emanet edilen bütün bu nimetlerin emniyetinden sorumludur. Bu yüzden, sorumluluğunu hakkıyla yerine getirmeyen, ihmal ya da yanlışlar yapan insanlar hem dünyada hem de ahirette sorguya çekilerek cezalandırılmayı hak eder.

Hiç kimse başkasının günahını yüklenmeyeceği gibi günah sahibi, büyük hesap gününde bu kötü yükünü paylaşacağı bir yardımcı bulamayacak, kendi yanlış tercih ve eylemlerinin, hatalı kararlarının cezasını bizzat kendisi çekecektir (Örnek olarak bakınız: Fâtır 35:18, Necm 53:38, En’âm 6:164, İsra 17:15, Zümer 39:7). Sevgili Efendimiz meşhur “Kullukum râ’in we kullukum mes’ûlun ‘an ra’iyyetih…” hadis-i şerifi başta olmak üzere bir çok hadisinde insanların sorumluluğunu üstlendiği diğer insanlara karşı davranışlarından hesaba çekileceğini, aile efradına, çalışanlarına, idaresini üstlendiği insanlara karşı sorumlu olduğunu, sorumluluğunun bilincinde olarak onlara karşı hakkaniyetle ve merhametle davranması gerektiğini hatırlatmıştır. (Buharî: Cum’a 11, Ahkâm 1; Müslim: İmamet 20).

 

Hacdaki iki facianın sorumluluğunu üstlenmek

Hicrî 1436 haccında yaşadığımız iki facia, Müslümanların oturup kader ve tevekkül anlayışlarını ciddiyet ve samimiyetle gözden geçirmesi, sorumluluk bilincinin ne olduğunu yeniden hatırlaması, sorumsuz sorumluların cezalandırılarak sorumlu davranma ve sorumluluğunu üstlenme erdeminin yeniden kazanılması gerektiğini, yadsınamaz ve ötelenemez acil bir zaruret olarak önümüze koymuştur.

Kâbe’de 11 Eylül 2015 Cuma günü devrilen paletli vinç kazasında 111 hacı adayı hayatını kaybetmiş, 238 kişi de yaralanmıştır. Müteahhit firma Bin Ladin Grubu yöneticisi medyaya verdiği beyanatta; “accident was an act of God” diyerek kazanın ‘takdir-i ilahi’ olduğuna vurgu yaptı. Yakını vincin altında ölen Müslümanların bir çoğu; en yakın akrabasının canını ‘kutsal topraklar’da alan Allah’a şükretti. Kâbe’nin güvenliğinden sorumlu olan, bu iş için yüklü bir ücret alan yönetici “Lâ ilâhe illallah” demekle yetindi. Bazı hacı adayları yaralıların yardımına koşmak yerine tavaf ibadetini bozmamayı ve yedi şavtı tamamlamayı tercih etti!… Birkaç gün sonra anlaşıldı ki, vincin üreticisi Alman firması adına açıklama yapan mühendisin ilk gün dediği gibi vinç, denge ağırlıkları noksan halde kullanılmış. Bununla da kalmayıp, şiddetli rüzgâr estiğinde vincin devrilmemesi için yere indirilmesi gereken ağırlık taşıyan kolu (BOM) hac yoğunluğu gerekçe gösterilerek yere indirilmemiş!

Suudi Arabistan Sağlık Bakanı, bayramın birinci günü hac ibadeti esnasında şeytan taşlarken hayatını kaybedenlerin sayısının 769’a yükseldiğini açıkladı. Yaralıların sayısını ise 934 olarak belirtti. İlk gün 220 olarak verilen ve üçüncü günde dört kat yükselen bu rakamlar muhtemelen biraz daha artacaktır. Sorumluluğunu üstlenip istifa ederek muhakeme edilmeyi istemesi gereken Suudi yöneticiler faturayı ‘talimatları dinlemeyen hacılar’a kesti! Neyse ki yeni kral her iki facia için soruşturma komisyonu kurulması talimatı vermiş…

 

Yüksek sorumluluk örneği vakfe duasına ümmetçe âmîn diyebilmek

Hacda yaşanan iki facia, kader ve tevekkül anlayışımızı ciddiyet ve samimiyetle sorgulamayı acil bir zaruret olarak önümüze koymuştur.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez hocamız Arafat’ta 56 bine yakın Türkiyeli hacı adayına yaptırdığı vakfe duasında sorumlu bir duruş sergiledi ve sorumluluğu şer odaklarına ya da Allah’a yüklemeyip samimi ve derin bir özeleştiri yaptı:

“Her işimize Rahmân ve Rahîm isimlerini başlangıç eyledik. Lâkin işlerimizi adalet, hakkaniyet, merhamet ve şefkatle icra edemedik. Birbirimizden merhameti esirgedik… İslâm’ı hakkıyla temsil edemedik. Kur’an-ı Kerim’i anlamadık, meramını doğru anlatamadık. Böldük, bölündük, kendimizi tek hakikat yolcusu ilan ettik, birbirimizi küfürle itham ettik. Kendimizi, düşüncemizi, mezhebimizi, meşrebimizi kutsadık. Şiddetin adını cihad, zulmün adını zafer koyduk. Senin rahmet dinini, korku dini zannedenler varsa, sorumlusu biziz…

Dünyaya aldandık, hırs ve tamahın girdabında boğulduk. Kendimize yabancılaştık, iffetin kıymetini, önemini anlayamadık, anlatamadık. Zulme seyirci olduk, mazluma hak ettiği desteği veremedik. Malımızı, makamımızı, her türlü imkânımızı Senin rızana uygun bir biçimde kullanamadık. Cimriliğin, bencilliğin, çıkarcılığın karanlığında kaybolduk…

Omuzlarımızda kimlerin hakkı var, dilimizle kimleri ezdik, elimizle kimleri incittik? Senin evin gönüllerdi, biz nice gönüller yıktık. Senin rızan bir yetimin başını okşamakta, bir öksüzü sevindirmekte gizliydi. Biz bilerek ya da bilmeyerek kim bilir kaç yetimi yalnızlığa terk ettik, kaç öksüzü gizli köşelerde ağlattık. Komşumuz aç yatarken ondan habersiz kendimizi ağırladık. Sen muhtaçlara yardım için bizleri vesile kılmışken, biz sadece sana “Muhtaçlara yardım et Ya Rabbi!” diye dua etmekle yetindik! Şimdi hepsini burada sana itiraf ediyoruz.

Zulme uğrayan kardeşlerimize el uzatamadık, onları çoğu zaman yalnız bıraktık, gözyaşlarına ortak olamadık. Peygamberimizin emrettiği üzere, bir vücudun uzuvları, bir binanın tuğlaları gibi olamadık. Kardeşlerimizin halleriyle hâllenemedik, dertleriyle dertlenemedik, acılarını acımız, sevinçlerini sevincimiz bilemedik. Ne yazık ki bizler, zihinleri bir, yürekleri bir, gayeleri bir, sevgileri bir, hüzünleri bir, kederleri bir, acıları bir kardeşler topluluğu olamadık!

Kendimiz için istediğimizi mümin kardeşimiz için isteyemedik. Haset ettik. Gıybet ve iftiraya bulaştık. Kul hakkına girdik. Kardeşimizden hoşgörüyü dahi esirgedik. Kusurumuz boyumuzu aşmış, günahımız asırlara taşmış. Söz veriyoruz…

Açgözlüler yüzünden çocukların aç kalmadığı, Aylan bebeklerin minik bedenlerinin deniz kıyılarına vurmadığı bir dünyada yaşamayı, o dünyayı kurmayı bizlere lütfeyle Ya Rabbi!

Muhterem hocamızı bu yüksek sorumluluk bilinci ve samimi tevbesinin dolayı tebrik ediyor, özetle iktibas ettiğimiz vakfe duasının sonundaki anlamlı tazarru’u için can u gönülden âmîn diyorum.

 

Sorumluluğu Allah’a yükleme kurnazlığından vaz geçmek

“Kadermiş?” Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru:
Belânı istedin, Allah da verdi… doğrusu bu! (Mehmet Âkif).

Kur’an şairi Mehmet Âkif, Müslümanların; müptela olduğu sorumsuzluk hastalığını ve adam gibi sorumluluğunu üstlenmek yerine şark kurnazlığıyla mesuliyeti nasıl Allah’a yüklediğini 90 yıl evvel ne kadar da beliğ ifade etmiş:

 

“Kadermiş?” Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru:

Belânı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu.

Taleb nasılsa, tabî’î netice öyle çıkar,

Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?

“Çalış!” dedikçe şerîat, çalışmadın, durdun,

Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,

Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!

Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,

Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!

Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,

Birer birer oku tekmîl edince defterini;

Bütün o işleri Rabbim görür: Vazifesidir…

Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!

Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:

“Yetiş!” de, kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!

Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;

Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.

Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;

Çoluk çocuk O’na aid: Lalan, bacın, dadın O;

 

Vekîl-i harcın O; kâhyan, müdîr-i veznen O;

Alış seninse de, mes’ûl olan verişten O;

Tabîb-i aile, eczacı… Hepsi hâsılı O.

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu!

Hudâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;

Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete… Ha?

Senin bu kopkoyu şirkin sığar mı imâna?

Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân’a?

Kimin hesâbına inmiş, düşünmüyor, Kur’ân…

Cenâb-ı Hak çıkacak, sorsalar, muhâtab olan!

Bütün evâmire i’lân-ı harb eden şu sefih,

Mükellefiyeti Allah’a eyliyor tevcih!

Sarılmadan en ufak bir işinde esbâba,

Muvaffakiyyete imkân bulur musun acaba

Hamâkatin aşıyor hadd-i i’tidâli, yeter!

Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!

“Kader” senin dediğin yolda şer’a bühtandır.

Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrandır!


Kaynaklar:

  • Erol Çetin; “Kur’an’da Sorumluluk Kavramı ve Kapsamı”, Kur’ani Hayat dergisi, Sayı: 40, Mart-Nisan 2015, s.105-108.
  • Murat Sülün, Saffet Köse vd.; Kur’an-ı Kerim’de Mesuliyet (Kaynağı, Sınırları, Sonuçları), Ensar Neşriyat, İstanbul.
  • Mehmet Âkif Ersoy; Safahat, Fatih Kürsüsü’nden, Çağrı Yayınları, İstanbul 2013, s.666-672.
Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
KURBAN: VARLIK HİYERARŞİSİNDEKİ YERİMİZİ BİLMEK
KÜLTÜREL MİRASIMIZI TENKİT EDEBİLMEK

Yorum yap

Yorum

  1. Hocam vinç kazasinda Arap camiasi o olaya lâ’din’ idi.
    Görmez’in Arafat duasi ve ozel gunlerde yaptığı tüm dualar sosyal hayata yönelik manifesto niteliğinde…
    Kaleminize bereket!

  2. Hocam çok güzel toparlamışsınız. Efendimize Yüce Kitabımız Usve- i Hasene diyor, hayatın her alanı için en iyi örnek, bu demektir ki çok yönlü olmamız ve bir çok konuda sorumluluk almamız gerektiği.

  3. Eyvallah,
    Muhterem Hocam, Koca Akif bize söz bırakmamış ki, hatırlattınız, uyardınız, Allah razı olsun,
    Selametle, Ahmet Us