1994 yılından bu yana dünyanın bir çok ülkesinde her yıl 5 Ekim günü Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır. Çünkü 5 Ekim günü, 1966 yılında Paris’te gerçekleşen “Öğretmenlerin Statüsü Hükümetlerarası Özel Konferansı”nın sona erip UNESCO temsilcileri ile ILO tarafından “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi”ni oybirliği ile kabul edilişinin yıldönümüdür.
Kendi kültürel ve tarihi özelliklerine veya okul tatil günlerine göre çeşitli ülkelerde farklı tarihler Öğretmenler Günü olarak belirlenmiştir. Mesela, Yemen’den Fas’a kadar uzanan 12 Arap ülkesinde her yıl 28 Şubat günü Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır. Öğretmenler Gününün tatil olup olmaması da ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir (tr.wikipedia.org).
Eğitimi öğretime indirgemenin, talim ile terbiyenin arasını açmanın, öğretmenin itibarını zedelemenin acı sonuçlarını toplumca yaşıyoruz.
Dünyada her sene öğretmenler günü olarak kutlanan ve öğretmenlere toplumca değer verildiğini göstermek üzere, onlara saygı günü olarak belirlenmiş olan Öğretmenler Günü Türkiye’de 24 Kasım’da kutlanmaktadır. Bu münasebetle bu haftaki yazımızı hak ettiği itibarı yeniden kazanmasına mütevazı bir katkı sadedinde öğretmenlere tahsis ettik.
Öğretmeni ve Öğrenciyi Doğru Tanımlayabilmek
“Bir bilim dalını, bir sanatı ya da teknik bilgileri öğretmeyi meslek edinmiş, okulda öğrencilere ders veren kimse” için kullanılan “öğretmen” kelimesi “öğretme” odaklı eğitim anlayışının ürünü olarak ortaya çıkmış bir tanımlamadır. Oysa öğretim eğitimin sadece bir boyutu olup tek başına maksadın hasıl olmasına yetmez. Eğitimi öğretime indirgemenin, talim ile terbiyenin arasını açmanın, öğretmenin özellikle öğrenci nezdindeki itibarını zedelemenin acı sonuçlarını toplumca yaşıyoruz.
Muallim; bir şeyi gerçek yönüyle kavramaya yardım eden bilgiyi öğreten, bu maksatla ders veren, belli bir konuyu anlatan veya okutan insan demektir. Bilgiyi öğrenene de “müteallim” denir. Hakikatin bilgisine talip olması hasebiyle öğrenciye “tâlip” (çoğulu “talebe”), “tilmiz”, “şakirt” gibi isimler de verilmiştir.
Öğretmenin yürüttüğü öğretim faaliyeti bilgi aktarmaktan ibaret değildir. Onun asıl görevi eğitmek, terbiye etmektir. “Korumak, ıslah etmek, gözetmek, yükseltmek” anlamlarına gelen “rabv” kökünden türetilmiş olan “terbiye”; “çocuğu veya ekini besleyip büyütmek ve geliştirmek” demektir.
İmam Buhârî, İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayetteki “rabbânî” kelimesini açıklarken bunun “öğrenim çağındakileri terbiye eden kişi” demek olduğunu belirtir (Buhârî, İlim, 10).
“Öğrenmek ve ezberlemek” anlamındaki ders kökünden türeyen “tedris”; “öğretmek, ders vermek” demektir. Ders veren kimseye müderris, ders okutulan yere medrese adı verilir.
İslam tarihi boyunca müderrisin öğrencilerin kabiliyetine göre konuşması, dersi anlatırken anlaşılır bir dil kullanması, öğrencinin derse ilgisini sağlaması, kendisinin ve yardımcısının (mu‘îd) öğrenciye sert davranmaması gibi eğitim psikolojisiyle ilgili birçok kuralı detaylarıyla açıklayan müstakil eserler telif edilmiştir (Bozkurt, 2006:31/467).
Öğretmenin İtibarını Koruyabilmek
Öğretmenin itibarını iade edemez ve bu itibarı koruyamaz isek eğitim kurumunu ayağa kaldırmamız mümkün olmayacaktır. Ahlaki hasletleri, hak ve hukuk bilinci gelişmiş şahsiyetlerin inşası yoluyla toplumumuzu kalkındırmak ve ileri bir düzeye taşıyabilmek için işe öğretmene itibarını iade etmekle başlamalıyız.
Öğretim sayesinde zekâ ve bilgi gelişirken, eğitim iradenin güçlü olmasını, akıl ve irade arasında denge kurulmasını sağlar.
Nitekim, İslam tarihi boyunca muallim ve müderrisler toplumun en itibarlı kimseleri arasında yer almış, bu itibarları sebebiyle aslî görevleri olan eğitim ve öğretim faaliyetleri dışında onlara devlet tarafından zaman zaman tahkikat, teftiş, yargı, hakemlik, bilirkişilik gibi görevler de verilmiştir.
Bir eğitim sisteminin verimliliğini sağlamak için müfredatın kalitesi ve öğrencinin motivasyonu da önemli bileşenler olmakla birlikte insanlığın bu kadim kurumunda en önemli ayağı oluşturan öğretmendir. Toplumu oluşturan tüm tabakaların mensupları öğretmenin elinden geçen insanlar olduğu için öğretmenin kalitesine yapılacak yatırım doğrudan bütün toplumsal alanlara yapılmış olacaktır.
Eğitimin niteliği okul binasının sağlamlığı, ders materyalinin çeşitliliği ve müfredat programının dakikliği ile ölçülmez. Bunlar da gerekli ve önemli olmakla birlikte bir eğitim kurumunun kalitesi o kurumdaki öğretmenlerin kalitesi ile ölçülür. Esasen bir toplumun genel görünümüne bakarak o toplumun öğretmenlerine ne kadar değer verdiğini anlamak mümkündür. Aynen öğretmenlerin yeterlik ve içtenliklerine bakarak onların elinde nasıl bir toplumun inşa edilebileceğini anlamanın mümkün olduğu gibi…
Tâlim ve Terbiyeyi Birlikte Yapabilmek
İslâm’da tâlim ve terbiyenin amacı inançlı, erdemli, şahsiyet sahibi yetkin insanlar yetiştirmektir. Bu ilke zamanla veya coğrafi bölgelerle sınırlı değildir. Zira ilk nâzil olan Kur’an âyeti okumayı ve öğrenmeyi emretmektedir. Hz. Peygamber’in uygulamaları da hep bu doğrultuda olmuştur. Kitap ve Sünnet’in bu konudaki bağlayıcı hükmünü göz önünde bulunduran Müslümanlar daha İslâm’ın ilk yıllarından itibaren eğitim ve öğretime büyük önem vermiştir.
İslâm’da tâlim ve terbiyenin amacı inançlı, erdemli, şahsiyet sahibi yetkin insanlar yetiştirmektir.
Öğretim işi; bilgi kazandırma, insanlığın sahip olduğu bilgileri yetişmekte olan nesillere aktarma faaliyetidir. Eğitim ise daha ziyade davranış ve karaktere esas teşkil eden beceri ve değerler kazandırmayla ilgili faaliyetleri kapsar. Tâlimden yalnız bilgi kazandırma, bunu hâfızada saklama ve yeri geldiğinde hatırlama anlaşılmaktadır. Terbiye ise insanda mevcut bütün kabiliyetlerin dikkate alınarak bunların geliştirilmesi ve yönlendirilmesidir. Buna göre terbiye kavramı tâlimden daha kapsamlı olup öğretim alanına giren bütün konuları içine almakta ve genellikle tek başına kullanıldığında öğretimi de ifade etmektedir.
Öğretim insana eşya ve olaylar hakkında doğru bilgiler kazandırmayı amaçlar. İnsanın öğrenimi gelişip bilgi seviyesi yükseldikçe daha tutarlı davranışlarda bulunması, tutarlı bir kişiliğe kavuşması beklenirse de eğitim yönü dikkate alınmadan yürütülecek bir öğretimle bu hedefe ulaşılamaz. Öğretim sayesinde zekâ ve bilgi gelişirken, eğitim iradenin güçlü olmasını, akıl ve irade arasında denge kurulmasını sağlar. Bu sebeple kişilerin öğrenim seviyelerine paralel şekilde ahlâk ve karakter eğitiminin de yapılması gerekir.
İslam kaynaklarındaki ortak anlayışa göre eğitim ve öğretim bütün hayat boyunca devam etmesi gereken bir süreç olup amacı bireyleri ve toplumları gerçek inanca, doğru bilgiye ve erdemli yaşayışa ulaştırmaktır. Bu sebeple eğitimciler her çocuğu ebeveynine, eğitimciye ve topluma emanet edilmiş, korunması ve geliştirilmesi gereken bir varlık olarak görmüştür. İslâm’da çocukların eğitim ve öğretimi için -birçoğu günümüz pedagoji biliminde de önemini koruyan- ilkeler ve kurallar konmuştur. Meselâ zihin ve davranış eğitimine eşit derecede önem verilmesi, eğitimde fırsat eşitliği sağlanması, çocuğun eğitim yaşının dikkate alınarak zihinsel yeteneğine göre bilgi ve davranış eğitimi verilmesi, çocuğun arsızlaşmasına, dolayısıyla şahsiyetinin aşınmasına yol açacak tutumlardan sakınılması, başarının ödüllendirilmesi, başarısızlık ve yanlışlıkların pedagojik esaslara göre düzeltilmesi, cezalandırmada acele edilmemesi İslâm eğitimi kaynaklarındaki ortak ilke ve yöntemlerden bazılarıdır.
Müslüman eğitimciler özellikle hoşgörü, sevgi ve şefkatin eğitimde değişmez ilkeler olarak benimsenmesi, zorunlu olmadığı sürece öğrenciye sert muamele yapılmaması hususunda görüş birliğine varmış, başarısızlığın sürmesi durumunda uyarıdan başlayıp giderek sertleşen bir ceza yöntemi uygulanmasını faydalı görmüştür. (Kazıcı ve Ayhan, 2010:39/516).
Öğretmenlerin Sorunlarını Çözecek Bir Sistem Kurabilmek
Öğretmene saygınlık kazandıran unsurlardan birisi de ona tanınan ekonomik haklardır. Türkiye’de öğretmenin yıllık geliri on yıl gibi kısa bir süre içerisinde belirgin bir iyileşme katetmiş olmasına rağmen henüz gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında onların yarısı kadar bir seviyeye ulaşılabildiği görülmektedir.
Mevcut eğitim sisteminde öğretmen, Bakanlık tarafından belirlenen müfredat çerçevesinde öneriler ders kitabını öğrenciye okutan bir teknisyen olmaktan öteye geçememektedir, çünkü özerkliği yoktur.
Öğretmen yetiştiren fakültelerin kontenjanları toplumun ihtiyacına cevap verecek şekilde bilimsel yöntemlerle belirlenmediği için plansız, dağınık ve başına buyruk vaziyette ilerlemektedir. Bu da ciddi istihdam sorunlarına yol açmakta, bazı branşlarda öğretmen açığı had safhaya ulaşmışken diğer bazı branşlarda yığılma olduğu için on binlerce mezun öğretmen olarak atanamamaktadır.
Bir toplumun genel görünümüne bakarak o toplumun öğretmenlerine ne kadar değer verdiğini anlamak mümkündür.
Ulusdevlet mantalitesinin dünya toplumlarına dayattığı tektipleştirici “iyi vatandaş yetiştirme” zihniyetinden arınarak “iyi insan yetiştirme” mantalitesiyle Milli Eğitim sistemini baştan sona yeniden kurgulamamız icap etmektedir. Aksi takdirde öğretmenlerin hantal sistemin çarkları arasında rutine boyun eğen pasif memurlar olmaktan öteye geçmesi ve Yeni Türkiye’nin yeni neslini inşa etmeleri mümkün değildir. Yılda sekiz ay derse girip çıkan, hafta sonları da eklenince yılın yarısını tatil ile geçiren, günü kurtarıp bir an önce emekli olmayı hayal eden bir öğretmenin öğrencisine verebileceği ne olabilir?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kadar öğretmen yetiştirmek üzere çeşitli modeller denendi. Yüksek Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri, Köy Eğitmenleri Projesi, Köy Enstitüleri, Edebiyat Fakülteleri, Fen-Edebiyat Fakülteleri ve nihayet Eğitim Fakülteleri çeşitli branşlarda öğretmenler yetiştirmiştir. Mevcut sistemde daha çok Yükseköğretim Kurulu’nu (YÖK) ilgilendirdiği için yükseköğretimi ve sorunlarını ayrı bir yazıda ele almak daha uygun olacaktır.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı”nda (PISA) Finlandiya’nın neden altı dalda birinci, bir dalda ikinci olarak dünyanın bu alanda öncü ülkesi olduğunu bir de öğretmenin bu ülkedeki yüksek itibarı nokta-i nazarından değerlendirmek gerekir.
Öğretmenlerimizin ekonomik durumunu iyileştiren, onlara mesleki özerklik alanı tanıyan ve kendilerini geliştirmelerini destekleyen, özgürlük ve özgünlüklerine imkân tanıyan, istihdam daralmasına veya yığılmaya sebebiyet vermeyen, tek tip ve durağan değil çok çeşitli, çok katmanlı ve dinamik bir eğitim sistemi geliştirmemiz, Yeni Türkiye’nin sadece 78 milyon insanımızın değil, 2 milyarlık İslam âleminin mevcut perişan durumundan bir çıkış yolu bulmasına da vesile olacaktır.
Elbette öğretmenler Milli Eğitim Bakanlığı’nda görev yapan kadrolu memurlardan ibaret değildir. On binlerce vakıf ve dernekte yıl boyunca gönüllü eğitim faaliyetleri yürüten öğretim gönüllülerini de hayırla yâd ediyor, toplumun terbiyesinde büyük bir görev ifa eden bu gönüllü kadrosuna da bir sistem dahilinde yasal statü verilmesini Yeni Türkiye’nin yeni eğitim bakanından talep ediyorum.
Tüm yaratıkları mükemmelen terbiye eden, insana aynı zamanda terbiye etme görevini de bahşeden Rabbimize hamd, insanlığın başöğretmenleri peygamberlerimize salât, ilk doğal öğretmenlerimiz olan ebeveynimiz başta olmak üzere yetişmemizde emeği geçen tüm öğretmenlerimize selam olsun…
Yararlanılan Kaynaklar:
- Bozkurt, Nebi; “Müderris” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2006, c.31, s.467-468.
- Kazıcı, Z. ve Ayhan, H.; “Tâlim ve Terbiye” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2010, c.39, s.515-523.
- https://tr.wikipedia.org