“… Ve hatırlayın ki bir zamanlar siz yeryüzünde ezilen bir azınlıktınız; insanların sizi etnik temizliğe tâbi tutmasından endişe ederdiniz! Böyleyken O size sığınak oldu, sizi yardımıyla güçlendirdi ve size güzel ve temiz rızıklar bahşetti: Belki şükredersiniz.” (Enfâl 8:26).
“Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez. Onu tehlikede yalnız başına bırakmaz, onu düşmana teslim etmez. Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da o kimsenin bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günü o kimsenin bir sıkıntısını giderir. Kim de bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü o kimsenin bir ayıbını örter.” (Buhârî, Mezâlim 3 ve İkrâh 7; Müslim, Birr 58; Ebû Davud, Edeb 46; Tirmizî, Hudûd 3).
19. ve 20. asırlarda dünya nüfusunun büyük bir kısmını açlık, yoksulluk ve sefalete mahkûm eden sömürgeciler, bilhassa Müslümanların azınlık olarak yaşadığı coğrafyalarda ırkçılık, sosyal dışlama, ötekileştirme, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, İslamofobi gibi söylem ve uygulamalarla insan hayatını ve onurunu hiçe saymaya devam etmektedirler.
Dünyanın dört bir yanında Müslümanların hareket ve özgürlük alanlarını kısıtlayan uygulamaların engellenmesi için bireysel, kurumsal ve toplumsal sorumluluklarımızı üstlenmemiz gerekmektedir. Hem Müslüman toplumların hem de bütün insanlığın temel sorunlarına ışık tutacak çözümler üreterek daha güzel bir dünyanın inşasına katkı sunmak maksadıyla; Avrasya, Afrika, Avrupa, Latin Amerika, Asya Pasifik Ülkeleri Müslüman Dinî Liderler Zirvesi gibi önemli küresel organizasyonlara ev sahipliği yapmış olan Diyanet İşleri Başkanlığı, 16-19 Nisan 2018 tarihleri arasında İstanbul’da “Dünya Müslüman Azınlıklar Zirvesi: Temel Sorunlar, Çözüm Önerileri ve İş Birliği İmkânları” başlığıyla çok önemli bir zirve toplantısı daha gerçekleştirilmiştir.
“Özeleştirel Yaklaşımla Azınlık Müslümanlar: Tefrika, Yetersiz Eğitim, Siyasi Temsil Eksikliği, Radikalizm, İçe Kapanıklık”, “Müslüman Azınlıkların Din Hizmetleri, Din Eğitimi ve Dinî Yayınlara İlişkin İhtiyaç ve Talepleri” gibi başlıklarla farklı oturumların düzenlendiği zirve toplantısı 16 Nisan 2018 Pazartesi günü Dolmabahçe Sarayı’nda başladı.
Açılış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş; insanlığa huzur, barış ve refah getirme iddiasıyla denenen tüm ideoloji ve politikaların inandırıcılığını yitirdiğine, insanların neredeyse yarısını açlık ve sefaletle boğuştuğuna, 100 milyondan fazla insanın ülkesini terk etmek zorunda kaldığına dikkat çekerek, son iki asırdır İslam coğrafyasında etnik ve mezhebî farklılıklar üzerinden fitne ve tefrika üretenlere karşı uyanık olunması gerektiğini hatırlattı. 1400 yılı aşkın bir süredir ilim ve medeniyet birikimiyle, genç ve dinamik nüfusuyla, yer altı ve yerüstü zenginlik kaynaklarıyla dünyanın en büyük imkânlarına sahip Müslümanların, bütün insanlık için barış, adalet, huzur, refah ve onurlu bir hayatın teminatı olacağının altını çizen Erbaş, büyük dirilişin arifesinde olduğumuzu müjdeledi. (1).
Protokol konuşmaları çerçevesinde söz alan Başbakan Binali Yıldırım, hâlen dünyadaki Müslüman nüfusun yaklaşık üçte birinin, yaşadığı ülkelerde azınlık muamelesi gördüğüne dikkat çekerek, Müslümanlara karşı temelsiz korku, düşmanlık ve nefret söylemini ifade eden İslamofobinin -din özgürlüğü, çalışma hakkı, eğitim hakkı, ifade özgürlüğü gibi temel hakları ihlal etmesi sebebiyle- ırkçılık ve yabancı düşmanlığı kapsamında değerlendirilmesini talep etti. (1).
Âdemoğulları arasında üstünlüğün ırk ya da cinsiyet esaslı olmadığının Allah Rasulü (s) tarafından Veda Hutbesi’nde çok açık şekilde ifade edildiğini hatırlatan TBMM Başkanı İsmail Kahraman, dünya üzerindeki 1,8 milyar Müslümanın bir araya gelerek büyük bir güç oluşturmasını önlemek için türlü hile ve desiseler tertip edildiğine dikkat çekti. (1).
Azınlıkların ve Mazlumların Her Daim Hâmisi Olabilmek
Dünya Müslüman Azınlıklar Zirvesi’nde yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; “Batı dünyası, İslam karşıtlığı üzerinden kendi ideolojisini, kendi hayat biçimini tahkim etmek istiyor. Modern insanın buhranlarına cevap verebilecek yegâne din olan İslam, proje mahsulü teröristler üzerinden yaftalanmaya, lekelenmeye çalışılıyor.” dedi. 11 Eylül terör saldırılarından bu yana Müslümanların çok taraflı, çok katmanlı bir saldırı dalgasıyla yüzleştiğine işaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, eli kanlı çeteler üzerinden istikbalimizin karartılmaya çalışıldığına, hak ve hürriyetlerimizin gasp edilmek istendiğine dikkat çektikten sonra sözlerini şöyle tamamladı: “Bizler Suriyeli mazlumların, açlıktan kırılan Yemenli çocukların, Filistinli yetimlerin hukukunu da korumakla mükellefiz. Bizler; İslam ümmetinin harim-i ismeti, namusu, gözbebeği olan Kudüs’ün hakkını, canımız pahasına savunmak zorundayız.” (2).
Eş-Şark Forumu Başkanı Wadah Khanfar, Müslümanların tek ümmet ve tek saf olarak bir araya gelemediğini, oysa Son Nebi’nin ümmeti olarak sorumluluğumuzun büyük olduğunu, eski kuvvetimizi elde ederek uygarlığa katkı yapabilmemiz için kendimizi yenilememiz ve ıslah etmemiz gerektiğini söyledi. İslam Bilgi Vakfı Başkanı Dr. Jamal Badawi ise bugün Müslüman azınlıkların bir kısmının asimilasyon tehlikesi ile karşı karşıya kaldıklarını hatırlatarak, İslami değerlerle donatılmazlarsa zamanla kimliklerini kaybedebileceklerine, bulundukları çoğunluğun ahlakına, ilkelerine ve inancına sahip yeni bir nesil halinde ortaya çıkabileceklerine dikkat çekti… (3).
103 ülkeden 211 temsilcinin katıldığı toplantının sonuç bildirgesini -erken seçim tartışmaları arasında kaynayıp gitmemesi için- paylaşmayı vecibe addediyorum. (4).
“Dört gün süren müzakereler ve istişarelerle gerçekleşen “Dünya Müslüman Azınlıklar Zirvesi” toplantısı neticesinde aşağıdaki hususların dünya kamuoyu ile paylaşılmasında fayda mülahaza edilmektedir:
1- Tarih boyunca İslam dininin ve medeniyetinin temsilcileri olarak Müslümanlar yaşadıkları coğrafyalarda ve kurdukları medeniyetlerde hukuk, adalet, eşitlik, merhamet ve güzel ahlakın en seçkin örneklerini sunmuşlar, azınlıkların, mazlum ve mağdurların her daim hâmisi olmuşlardır. Bugün bireysel, sosyal ve küresel boyutta yaşanan sorunlar ve krizlerin çözümü ve aşılması, İslam’ın hak, hukuk, rahmet ve merhamet ilkelerinin insanlıkla yeniden buluşturulması ile mümkündür.
2- Din, dil, ırk, renk, cinsiyet ve coğrafya ayrımı yapılmaksızın kendilerini korumak, kültürlerini, inançlarını, dillerini muhafaza etmek, sosyal ve geleneksel yapılarını geliştirmek, genç nesillerini bu bilinçle eğitip yetiştirmek bütün azınlıkların en tabii haklarıdır. İslam’ın her insana doğuştan tanıdığı can, mal, akıl, din ve neslin dokunulmazlığı hakkı, insani hak ve özgürlüklerin her durum ve şartta korunması yeryüzünün barış, güvenlik, huzur ve istikrarı için elzemdir.
3- Yeryüzünün hangi coğrafyasında olursa olsun hiçbir azınlık toplumun, milliyet, cinsiyet, renk, kültür, din ve dil temelinde aşağılanması, zulüm ve haksızlığa uğraması, eziyet görmesi, içinde bulunduğu zor şartlar ve çaresizlikler sebebiyle dinini, adını, kimliğini değiştirmeye, kültürel değerlerini terk veya inkâra zorlanması, asimilasyon ve/veya soykırıma maruz kalması insanlık suçudur. Her türlü insani hak ve temel özgürlüklerin uluslararası anlaşmalarla teminat altına alındığı günümüzde, etnik ve dinî azınlıkların hak ve özgürlüklerine yönelik ihmal, istismar, ihlal ve saldırıların devam ediyor olması medeni dünya adına kabul ve izah edilemez.
4- Etnik ve dinî azınlıkların, eğitim, sağlık, çalışma vb. alanlarda devletçe sağlanan her türlü sosyal hak ve imkânlardan adalet ve eşitlik temelinde yararlanma hakları vardır. Çokkültürlülük ve bir arada yaşama hukuku, insan onuruna ve haklarına saygılı, gerçek manada demokratik toplumların ve ülkelerin olmazsa olmazıdır. Bunu ihlale yeltenen her türlü gizli veya açık söylem, propaganda, faaliyet ve oluşum caydırıcı hukuki müeyyidelerle mutlak surette engellenmelidir.
5- 11 Eylül 2001 terör saldırılarını bahane ederek Müslümanları hedef alan çok yönlü baskı ve saldırılar dünyanın pek çok bölgesinde artarak devam etmektedir. Hak ve özgürlükleri hiçe sayan bütün yaklaşım ve uygulamalar, faili ve amacı ne olursa olsun reddedilmeli, bilhassa inanç ve ibadet özgürlüğüne yönelik her türlü şiddeti engellemek istisnasız bütün devletlere, uluslararası kurum ve kuruluşlara düşen ertelenemez bir sorumluluk olarak görülmelidir.
6- Din kisvesi altında dinî değer ve kavramları süfli emellerine alet ederek insanların temiz duygularını istismar edip, onları şiddetin nesnesi ve mağduru kılan, gerçekte hepsi birer proje ürünü olan terör örgütlerinin yüce dinimiz İslam ve onun samimi müntesipleriyle hiçbir bağı yoktur. Kaba, sığ, katı, lafızcı, tekfirci ve şiddet eğilimli anlayış ve uygulamaların sevgi, şefkat, merhamet ve adalet dini olan İslam’dan referans bulması asla söz konusu olamaz. Kaldı ki, bu tür anlayış, yaklaşım ve oluşumların en büyük zararı, İslam’a ve Müslümanlara verdiği de açıktır.
7- Bir İslam düşmanlığı projesi olan İslamofobi, ardında kirli çıkar ilişkileri ve ırkçılık barındıran ciddi bir insan hakları sorunudur. İslamofobi, İslam’ı, şiddet ve terörü besleyen bir ideolojiden ibaret göstererek, bunu sun’î bir korku ile dünya kamuoyunda yaymak için çalışan hain ve karanlık bir projedir. Bu kavramı literatüre sokmaya çalışanların gerçek amacı, her durum ve şartta, kültürler, toplumlar, dinler ve medeniyetler arasında kavga, sürtüşme ve çatışma ortamı oluşturarak bundan çıkar sağlamaktır. Dolayısıyla farklı inançlara mensup kişi ve toplumlar arasına husumet tohumları ekmekten başka hiçbir amaca hizmet etmeyen İslamofobik faaliyetlerin insanlık suçu sayılması zaruridir.
İşgal, Saldırı ve Savaşları Engelleyebilmek
8- Sömürge ve istila politikalarından ve sonrasında ortaya çıkan küresel ölçekli sorunlardan en fazla İslam coğrafyasının etkilendiği açıktır. Arakan, Filistin, Irak, Suriye, Afganistan, Somali, Libya, Yemen gibi ülkelerde süregelen terör ve savaş, milyonlarca Müslüman’ın hayatına kastetmiş, yurtlarını terk etmelerine, açlık ve sefaletin pençesine düşmelerine sebep olmuştur. Bu acı ve utanç verici tablonun en büyük mağdurları ne yazık ki masum çocuklar, kadınlar ve yaşlılardır. Yeryüzünü yaşanmaz kılan her türlü işgal, saldırı, terör ve savaşı sona erdirmek, insanlık onuru ve haysiyeti adına bütün kişi, kurum, kuruluş, toplum, devlet ve uluslararası örgütler için acil bir görev ve sorumluluktur.
9- Başta Batı’da olmak üzere dünyanın muhtelif yerlerindeki göçmen ve mülteci topluluklarına, etnik ve dinî azınlıklara yönelik ötekileştirici, nefret uyandırıcı, ayrıştırıcı söylemlerin yanında, bütün bu toplulukların evlerini, ibadet mekânlarını ve işyerlerini hedef alan ırkçı saldırı ve tecavüzlerde de ciddi bir artış gözlenmektedir. Söz konusu suçların faillerinin bulunarak adaletin uygulanmasında gösterilen ihmal ırkçı tecavüzleri ve suç potansiyeli taşıyanları cesaretlendirdiği gibi hukuka güveni zedelemekte ve söz konusu ülkelerde ayrımcı ve çifte standarda dair politikaların varlığı algısını güçlendirmektedir. Bu ikiyüzlü, çelişkili ve gayrihukuki tavrın toplumların barış ve huzurunda tamir edilemez yaralar açması kaçınılmazdır.
10- Son zamanlarda Kudüs’ü bir işgalci topluluğun başkenti yapmaya yönelik çalışmalar fitne, kavga ve kaosu büyütmekten öteye geçmeyecek beyhude bir çabadır. İnsanlığı, kadim geleneği, uluslararası hukuku hiçe sayan, barışı engelleyip kavgayı körüklemekten başka bir işe yaramayacak bu pervasız yaklaşımı şiddetle kınıyor ve reddediyoruz. Bütün Müslümanlar için Kudüs Filistin’in başkentidir ve ilelebet öyle kalacaktır. Müslümanlar tarih boyunca işgal ve zulmün karşısında ve bütün mazlumların yanında olduğu gibi Mescid-i Aksa’nın ve Filistin’in de her zaman yanındadır.
Umudumuzu ve Güvenimizi En Zor Şartlarda Bile Koruyabilmek
11- Tüm dünyadaki Müslüman azınlıklar, her şeyden önce, kendi aralarında dostluğu, dayanışmayı, muhabbeti ve işbirliğini güçlendirmeli, sorunların ortak çözümü için istişari metotlar ve stratejiler geliştirmelidirler. İç sorunlar bir fitne ve kavgaya dönüştürülmeden çözülmeli, Kur’an ve Sünnet’in rehberliğinde sağduyu ile hareket edilmelidir.
12- İslam’da ilim, irfan, hikmet ve ahlak bir bütündür. Tarih boyunca Müslümanlar, vahyi esas alan, akla değer veren, mutedil ve kucaklayıcı bir yaklaşımla dünyaya umut ve güven aşılamıştır. Bugün de birlik ve beraberliği zedeleyen, barış ve huzuru bozan, fitne ve tefrikaya sebep olan, suçlayıcı, ötekileştirici her türlü söz, anlayış ve davranıştan bütün Müslümanlar özenle kaçınmalıdır.
13- Esasında birer rahmet vesilesi olan etnik, mezhep, meşrep farklılıklarının fitne ve tefrika vesilesi kılınmasının, kardeşliği ve birliği zedelemesi kaçınılmazdır. İslam toplumlarındaki sorunların karmaşa, kaos ve kavgaya dönüşmesi, dış müdahaleler için uygun birer bahane olmakta ve meseleleri büsbütün içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Dolayısıyla Müslüman topluluklar, gerektiğinde özeleştiri yapmaktan ve kendileriyle yüzleşmekten çekinmeden kendi meselelerini usulü dairesinde, karşılıklı hoşgörü ve anlayış çerçevesinde çözmenin metotlarını bulmak zorundadır.
14- Müslüman Azınlıklar yaşadıkları ülkelerin idari ve hukuki normlarına saygılı biçimde ve medenice haklarını talep ve takip etmelidir. Bu anlamda yerel, ulusal ve küresel düzeyde kuruluşlarla örgütlü, donanımlı, açık, şeffaf, kuşatıcı, huzur ve barışa katkı sağlayıcı bir yapının oluşturulması önemlidir.
15- Müslümanlar bulundukları her yerde yardımlaşma, paylaşma, nezaket, zarafet, güzel ahlak gibi değerleri yaşamalı, yaşatmalı ve insanlığı İslam’ın müşfik ve aydınlık ilkeleriyle tanıştıran birer barış elçisi olmalıdırlar. Aynı şekilde, sosyal, siyasi, iktisadi ve eğitimsel hayatın her alanında örnek ve başarılı çalışmalar, umut ve güven veren adımlarla var olmalıdır.
Gençlerimizi Terör Örgütlerine Malzeme Olmaktan Kurtarabilmek
16- Küresel derin yapıların, İslam coğrafyasında, fitne, tefrika ve terör aracı olarak kurduğu sinsi ve karanlık bir yapı olan FETÖ terör örgütü, 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de giriştiği hain darbe teşebbüsüyle ifşa olmuştur. Allah ve Peygamber tasavvurunu, İslamî kavramları, insani ve vicdani değerleri tahrif ve tahrip eden bu din istismarcısı terör örgütü hem İslam dini için hem de yeryüzündeki bütün Müslüman varlığı için küresel bir tehdit ve musibettir. Elebaşılığını Fetullah Gülen’in yaptığı bu karanlık örgüt, küresel şer odaklarının desteğiyle, din hizmeti kisvesine bürünerek hain faaliyetlerini sürdürmeye çalışmaktadır. Bugün özellikle Müslüman azınlıkları hedef kitle olarak seçen FETÖ terör örgütüne karşı dikkatli ve duyarlı olunmalı, propagandalarına asla itibar edilmemelidir. Bu konuda, bütün Müslümanların da bilinçli ve özverili biçimde işbirliği yapmaları ve mücadeleye devam etmeleri önemlidir.
17- Özellikle İslam coğrafyalarında ortaya çıkan ve İslam’ın muazzez kavramlarını istismar ederek şiddet ve terör uygulayan DEAŞ, Boko Haram, eş-Şebab ve benzeri örgütlerin arkasında kirli çıkar ilişkilerinin olduğu aşikârdır. Güç ve iktidar savaşlarının, sinsi küresel projelerin ürettiği bu kukla terör yapıları, şehirleri harabeye çevirmekte, İslam medeniyetinin tarihî, kültürel, estetik ve mimarî mirasını da yok etmektedir. İslam diyarlarına kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen ve sürekli Müslümanları katleden söz konusu terör örgütleri, özellikle işgal coğrafyalarının, göçmen veya azınlık kitlelerinin gençlerini kandırmakta ve hain emellerine alet etmektedir. Bütün Müslümanların, gençlerin taşeron terör örgütlerinin eline düşüp heba olmaması için işbirliği içinde çalışmaları hayati bir sorumluluktur. Bu bağlamda, İslam’ın hak, hakikat, rahmet ve merhamet ilkeleri, medeniyetimizin ilim, hikmet, ahlak, hukuk mefkûresi yeni nesillere iyi anlatılmalı ve öğretilmelidir.
Sorunlarımızı Araştıracak Bir Merkez Kurabilmek
18- Dünyadaki İslam toplumlarının ayrılmaz bir parçası olan Müslüman azınlıkların, ümmet bilinci, kardeşlik ahlakı ve hukuku gereği sürekli iletişim halinde olmaları ve birlik beraberlik içinde hareket etmeleri, sorunlar ve ihtiyaçlara yönelik işbirliği yapmaları ve ortak çalışmalar geliştirmeleri oldukça önemlidir. Bu bağlamda özellikle din eğitimi, dinî yayınlar ve din hizmetleri alanlarında yapılan tecrübe paylaşımı ve ortak çalışmalar daha güçlü ve kapsamlı hale getirilmeli ve kurumsallaştırılmalıdır.
19- Müslüman azınlıkların bulundukları toplum içerisinde temel hak ve özgürlükleriyle var olmalarının, yaşadıkları ülke ve dünyaya olumlu katkılar sunmalarının, nitelikli insan varlığı ile mümkün olduğu açıktır. Nitelikli insan gücünün ise, etkili ve kaliteli bir eğitimle sağlanacağı muhakkaktır. Bu anlamda, Müslüman topluluklar, özellikle eğitim ve kültür alanındaki işbirliğini güçlendirecek yeni adımlar atmalı, daha iyi ve huzurlu bir hayatın ve dünyanın inşasına katkı sunacak uluslararası eğitim müesseseleri ve araştırma merkezleri kurmalıdırlar. Ayrıca bu müesseseler, Müslüman azınlıkların temel sorunlarının ve çözümlerinin tespiti sadedinde çalışmalar, analizler yapan, ilmî-edebî yayınlar, projeler, stratejiler üreten ve geliştiren birer merkez olmalıdır.
Bu çerçevede, yukarıda işaret edilen alanlarda çalışmalar yapmak üzere Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “Uluslararası Müslüman Topluluklarla Dayanışma Vakfı (MÜSDAV)” kurulmuştur. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.” (4).
Zirve toplantısını tertip eden Diyanet İşleri Başkanlığı yönetici ve çalışanlarına, en yüksek düzeyde tam katılım gösteren Türkiye Devleti’nin tepe yönetimine, mazlum coğrafyaların temsilcilerine ve emeği geçen tüm insanlara yürekten teşekkürü borç bilir, MÜSDAV’ı Müslüman azınlıkların derdine derman olacak çalışmalara muvaffak etmesini Yüce Allah’tan niyaz ederim.
Yeryüzünün neredeyse tamamına yayılmış olan Müslümanların, lüzumsuz tefrika ve tarafgirliklerden kurtularak; “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidirler (yakın dostu ve koruyucusudurlar).” (Tevbe 9:71) ilâhi buyruğuna muvafık davranacak bir bilinç düzeyine erişmesi duasıyla…
Kaynaklar:
- http://www.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/11480, 16.04.2018.
- https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/92171/bati-islam-karsitligi-uzerinden-kendi-ideolojisini-tahkim-etmek-istiyor.html, 16.04.2018.
- http://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/11482/gecmis-ve-gelecek-perspektifinde-azinlik-muslumanlar-paneli-yapildi, 16.04.2018.
- https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/11489/dunya-musluman-azinliklar-zirvesi-sonuc-bildirgesinin-okunmasiyla-sona-erdi, 19.04.2018.
İslam toplumları, azınlık halinde yaşadıkları devletlerde, genelde ağır baskılar ve zulum altında yaşadıkları bilinen bir geçek. Güçlü devletlere sahip müslüman topluluklarında da, müslüman halkların huzurlu yaşadıkları söylenemez. Bütün sorunların görüşüldüğü konferansın sonuç bildirgesinde de sorunlar, sıkıntılar tekrar edilmiş, fakat, somut çözüm önerisi pek göremedim.
Zaten asıl sorun burada. İslam Konferansı Teşkilatında da benzer ifadeler kullanıldı ve dağılındı. Müslüman toplumlarda, bitmez tükenmez iç mücadele ve uyumsuzlukların körüklenmesinde en fazla kullanılan mezhep farklılıkları ve kaliteli insan sorununa çözüm için hazırlanmış bir proje ve atılmış bir adım görülememkte maalesef. Ekonomik işbirliği ve entegrasyon konusunda da her toplantıda söylenen laflar da hep havada kalmaktadır ne yazık ki.
Muhterem Yaşar Bey, kıymetli yorumunuz için teşekkür ederim. Bu gibi ilk kez gerçekleştirilen zirve toplantılarında somut çözüm önerileri çıkmayabilir. Bir araya gelinmesi ve sorunların paylaşılabilmesi başlı başına kayda değer bir adımdır. Kaldı ki, sorunların kalıcı çözümlere ulaşabilmesi için isabetle teşhis edilmesi gerekir. Bunun için de derinlemesine araştırmaya ihtiyaç vardır. Müslüman Azınlıklar Zirvesi’nde bu meseleyi kendisine iş edinerek bölge bölge sorunları araştırıp rapor edecek ve çözüm önerileri geliştirecek bir kurum oluşturulmuştur. Bu husus, sorunlarımızın çözümüne ilişkin son derece somut ve yerinde bir adımdır. Bize düşen “Uluslararası Müslüman Topluluklarla Dayanışma Vakfı”nı (MÜSDAV) desteklemek, işlevini en seri ve en etkin şekilde yerine getirebilmesini yardımcı olmaktır vesselam.
Yine hayal peşinde koşmaya devam ediyoruz. Sözle, vakıfla, dernekle kimse hak kazanamadı. Maalesef dünyada bir güç gerçeği var. 1007’den bu yana bilime şaşı bakan İslâm âlemi önce bu bakışını değiştirecek. Ayet ve hadislerde emredilen “ilim her Müslümana farzdır” ın gereğini yapacak. Çok zengin ve güçlü olacak. Sonra bu tür kuruluşlarla hakkını savunacak. Dünyada geçerli olan “Gücün kadar konuş” “Seni gücün kadar dinlerler.” prensibini anlamadan bu tür kuruluşlar birilerine maaş kapısı olur. Bunlar olmasın demiyorum. Önce güçlü olmanın yoluna gidelim diyorum. İşlerini doğru sıraya koyamayanların başarı şansı yoktur. Bilim rağbet gördüğü yere göç eder. Bilim-teknoloji üretmeyenler üretenlerin ayakları altında kalır. Rusya-Ukrayna -Kırım meselesine bakın yeter… Deli Petro’nın açtığı çığır mujik toplumunu nasıl ayağa kaldırdı, Türk Yurtlarına nasıl hakim hale getirdi anlayın yeter. Daha çok imam hatip okulu, sosyal bilimler fakülteleri değil, mühendislik ve temel bilimler fakülteleri açılmalı, mevcutlar güçlendirilmeli. Birinci sınıf bilim insanları yetiştirmeden konuşulanları vızırtı kabilinden saymak durumundayız. Ve açık konuşmak zorundayız. Dokuz köyden kovulmayı göze almaktan çekinmeyeceğiz.
Ramazan BAKKAL Bilim Teknoloji İçin İstanbul Çalışma Grubu Başkanı.
26 Nisan 2018
Muhterem Ramazan Bey, kıymetli yorumunuz ve eleştiriniz için teşekkür ederim. Bu katkınızı konunun ilk muhatabı olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve çalışmaya başlar başlamaz MÜSDAV yönetimine ileteceğim. Fiziksel kaba gücü merkeze koyan bakış açınızı tasvip etmek mümkün değil. Zira böyle olsaydı hiçbir nebi ya da rasul başarılı olamazdı. Biz gücün sözüne değil sözün/söylemin/mesajın gücüne inanır ve itibar ederiz. Elbette güçlü mümin zayıf mümine müraccahtır. Lâkin aslolan güç değil imandır. Mesajına, değerlerine yürekten inanıyorsan onun yayılması ve hâkim olması için gereken araçları da elde edebilirsin. İslam dünyasında bilim ve teknolojinin görece de olsa geliştiği yerler var ama sosyal bilimleri ihmal ettikleri için, şûrâ/ortak akıl ile yönetişim, liyakat ve ehliyet gibi Rasullullah aleyhisselam’ın titizlikle uyguladığı temel Kur’ani ilkelere riayet etmedikleri için bu maddi güçleri onlara bir fayda sağlamıyor. Mesela, senelerdir elinde onlarca atom bombası bulundurması Pakistan’ı gelişmiş, ileri ve huzurlu bir ülke yapabildi mi? Bu nükleer güç Pakistan’ı küresel şer düzeninin kirli operasyonlarından koruyabildi mi?
Müslüman azınlıkların dört gün boyunca sorunlarını paylaşmasına zemin sağlayabilmek saygıdeğer bir çabadır. Bir konu etraflıca ele alınıp bu alanda çözüm önerileri geliştirmeye yönelik araştırma ve uygulamalar üretmeye medar olacak yeni bir kurum oluşturulduğunda bunu küçümseyerek, daha doğmadan itibarını düşürme anlamına gelecek değerlendirmeler yapmak yerine bu işe koyulanları yüreklendirip tebrik etmek, hayırlı ve bereketli olması için niyazda bulunmak, kendi imkân ve yeteneklerimizle desteklemek daha münasip olacaktır. Sizler MÜSDAV’a bilim ve teknolojinin Müslüman azınlıkların sorunlarının çözümünde nasıl bir işlev üstlenebileceğine ilişkin bir katkı yapabilirseniz buna itiraz etmeyecekleri gibi çok da memnun olacaklardır.
Selam, dua ve muhabbetlerimle.
Esselamu aleykum muhterem Hocam, rıza-i Bari için yapmakta olduğunuz hizmetlerinizin devamı ve bereketlenmesi için Rabbimize niyaz ederim. Ayrıca Ramazan beyin maddeci yaklaşımı ancak kendilerini bağlar. İslam dini bilime karşı değildir. selâm ve dualarımla
“Müslüman Dinî Liderler Zirvesi” İlginç bir ifade! “Dini Liderler!” Enteresan… Bu ifade biraz soğuk değil mi? Ne yapayım? İçimden geçeni geçene engel olamıyorum… Hamanlar, Hahamlar, Rahipler, Papazlar. Başpiskoposlar, Müftüler, Din görevlileri, Şeyhler, Şeyhülislamlar, bilumum fetvacılar vs ler.
Kendi mecrasında kapsamlı ve öğretici, heyecanlandırıcı bir yazı.
Toplantıya Devletin siyasi tepe yöneticilerinin ilgi gösterip, katılmaları, konuşmalar yapmış olmaları gerçekten değerlidir. Bunu söylerken siyasilerin, siyasi beklentilerinden arındırılmış hallerini dikkate alıyorum. Çünkü pratikte olacaksa bir şey bu insanlar aracılığı ile olacaktır.
Gene gidip gelip “Dini Liderler” ifadesine takılıyorum. Gerçekten şimdi içimden geçen manzarada, Hz. Yusuf filmindeki rahipler gözümde canlanıyor, bir de onlara rağmen Hz. Yusuf’un çabaları ve başarıları.
Dikkat edersek onun yanındakiler din adamları değil, devlet yönetiminde görevli kişiler…
Teşekkürler Fethi Hocam!
Kıymetli Hocam, MÜSDAV gibi bir kuruluşun hiç kurulmamasından ziyade kurulmasının, Müslüman Azınlıkların mağduriyetlerine kısmen de çare olabilecek çalışmaların bir merkezden kurumsal olarak takibi için oldukça faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Bu kuruluş mağdur toplumun acil ihtiyacının ne olduğunu tesbit ederek Dünya Kamuoyu’na gerekli ikazları, mağduriyetleri ilgili ülkelerin büyükelçileri, basını ve kendi medya platformu vasıtasıyla ciddi açıklamalar veya çözüm
teklifleri sunabilir. Mağduriyetin yaşandığı ülkenin bilhassa vatandaşlarının hukuki hak ve adalet taleplerini uzman hukukçuları ile dünyaya yapılan baskı ve zulümlerin mahiyeti açıklanabilir. İlgili Uluslararası Kuruluşlara ve Mağdur bırakan ülkelere baskı yapabilir. Kısaca bu kuruluşun mağdur azınlığın içinde bulunduğu her alandaki sıkıntısını tahlil edecek yapıda uzmanlarla dolu olması (siyasi, sağlık, hukuk, eğitim, çalışma hayatı vb. alanlarda) yapacağı çalışmaların verimli olmasını sağlayacaktır kanaatindeyim. Teşekkür ederim. Selamlar.