“Allah’ın peşi sıra, hahamlarını ve rahiplerini -tabii ki Meryem oğlu Mesih’i de- rabler edindiler. Oysa ki tek bir ilahtan başkasına asla kulluk etmemekle emr olunmuşlardı; (O ki), O’ndan başka ilah yok; ve O onların putlaştırdıkları her şeyden beri ve yücedir.” (Tevbe 9:31).
Toplumbiliminde kültür; tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içerinde oluşturulan her türlü değerler ile bunları kullanmada ve sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümünü ifade eder. Miras; bir kuşağın kendinden sonraki kuşağa bıraktığı değerli birikimlerin tamamını ifade eder. Tenkit ise bir insanı, bir konuyu, bir eseri, doğru ve yanlış yönlerini bulup göstermek amacıyla inceleme işini ifade eder. Felsefe alanında kullanıldığında tenkit kavramı; bilginin dayanaklarını ve doğruluk durumunu inceleme, sınama, yargılama ve ayıklama işini ifade eder. Günümüz Türkçesinde kültür için ekin, miras için kalıt, tenkit için eleştiri ve kritik kelimeleri de kullanılmaktadır.
“İslam’ı anlayabilmekte baş vurulan eserlerin Kur’an ve Sünnet zihniyetini aksettirmedeki yanlış ve eksiklerini ortaya koymadan gerçek bir İslami hayata kavuşmamız mümkin değildir.”
Tenkitten kasıt, kendi görüşünden olmayanlara saldırgan tavırlarla eleştiri oklarını yönelterek onları yıpratma gayreti değil, “tenqîh” yapabilme; bir şeyi dikkatle araştırıp onun hakikatine ulaşma, bir şeyi fazlalıklardan ayıklayarak onu temizleme faaliyetidir. Dolayısıyla tenkitten kastımız, kültürel mirasımızı ciddiyetle gözden geçirmek; güçlüsünü zayıfından, gerçeğini uydurmasından, doğrusunu eğrisinden ayıklayıp temizlemek, külü değil közü günümüze taşımaktır. Bu manada kültürel mirasımızın tenkit edilmesini kaçınılmaz bir görev olarak addeden ve altmış yıla yakın bir süredir büyük bir ihlas ile bu gayretini sürdüren hadis profesörü Mehmed Said Hatiboğlu hocamızın konuya ilişkin tahlillerini ve çözüm önerilerini paylaşmakta büyük yarar var.[1]
1958’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitiren ve aynı yıl asistanlığa tayin edilen ünlü hadis hocası, 1962’de “İslâmî Tenkîd Zihniyeti ve Hadîs Tenkidinin Doğuşu” isimli tezini bitirerek öğretim üyesi olduğu fakülteden 2000 yılında emekli oldu. İslâmî Araştırmalar ve İslâmiyât dergilerinin uzun yıllar boyunca editörlüğünü yapan hocaların hocası Hatiboğlu’nun, “Hz. Âişe’nin Hadîs Tenkidciliği”, “Müslüman Âlimlerin Buhârî ve Muslim’e Yönelik Eleştirileri”, “Müslüman Kültürü Üzerine”, “Hilafetin Kureyşliliği”, “Gaybi Hadisler” gibi derin araştırmaları ilim dünyasında büyük yankılar bulmuştur. Hocanın eserlerini seri halinde yayımlamaya başlayan Otto yayınevi yetkililerine teşekkür ediyor, 83 yaşına baliğ olan muhterem hocamıza sağlıklı uzun ömürler diliyor, henüz yayınlanmamış diğer kıymetli çalışmalarını da yayınlayabilmesi için Rabbimizden kendisine sıhhat ve afiyet bahşetmesini niyaz ediyoruz.
“Kültürel mirasımızı tenkid zarureti”
“Kültür muhtevası malzemelerimiz, bu malzemeyi değerlendirecek bir kadromuz ve bu kadronun ortaya koyduğu sentezi değerlendirecek bir teşkilatımız olmalıdır.”
“Kültürel mirasımızın günümüz ve geleceğimiz için sağlam temeller oluşturabilmesi, onların ilmî tenkidden geçirilmeleri şartına bağlıdır. Bugün İslam’ı anlayabilmekte, baş vurulan eserlerin Kur’an ve Sünnet zihniyetini aksettirmedeki yanlış ve eksiklerini ortaya koymadan gerçek bir İslami hayata kavuşmak pek mümkin değildir. Muhakkak ki her müslüman âlim kendi iktidarı nisbetinde İslam kültürüne ihlasla hizmet etmiş, kendi fikirlerini hiçbir zaman mutlak hakikatler olarak görmemiş, her zaman tenkide açık olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki, ileriki asırlarda onları hatasız imamlar olarak gören ve tenkid dışı bırakan mezheb salikleri, bu hataların asırlarca kitablarda yaşamasına sebeb olmuşlardır. Bunların örneklerini bizzat görmeden işin vahametini kavramak güçtür…” (Hatiboğlu, 2012:41).
Büyük âlimler de büyük hatalar yapabilirler
“Pek çoğumuza arız olmuş zaaflardan birisi de, büyük gördüğümüz kimseleri bir nevi yanılmazlık zırhına bürüyerek, onların her söz ve hareketlerinde birer hikmet arıyor olmamızdır.”
“Herhâlde pek çoğumuza arız olmuş zaaflardan birisi, büyük tanıdığımız imam, şeyh, allâme, başkan, kurtarıcı… olarak gördüğümüz kimseleri bir nevi yanılmazlık zırhına bürüyerek, adeta onların her söz ve hareketlerinde birer hikmet arıyor olmamızdır. Hemen her millete arız olmuş bu hastalıktan müslümanları haric tutmanın mümkin olmayacağına en açık delil, kültürel kaynaklarımızda bunun misallerinin ziyadesiyle bulunuyor olmasıdır…” (Hatiboğlu, 2012:49).
“Mâlesef büyük adam yanlış yapmaz diye bir anlayış var. En büyük yanlış buradadır. Büyük adam da yanlış yapar. Bizzat en büyük önderimiz Resullullah’a, Allahu Teala kaç kere itabda bulunmuş. Bu durum âyetlerle Kur’an’da sabit. Bugün Gazâlî’yi tenkid etmeye kalktığınız zaman “Sen kim oluyorsun da Gazâlî’ye laf ediyorsun” diyecek muhibleri belki sizi sokağa bile çıkarmazlar. Ama meselenin detaylarını ortaya koyduğunuz zaman, eğer iddia ettiğiniz şey hakikatse ona karşı direnmek doğru değildir… (M.Baykul, V.Aknar, 2009:37).
İslam’ın en büyük adamları taklidî zihniyete hiçbir zaman tabi olmamışlardır. Biz, o kişilerden bin küsur sene sonra gelmiş kimseler olarak onların zihniyetini devam ettireceğiz. Kim ne söylerse söylesin, unvanı, makamı ne olursa olsun mühim olan doğruluktur, doğru sözdür, doğru hükümdür… Hep birlikte bu tenkid seviyesine çıkabilirsek İslam’ın kurtuluşu oradadır. Yoksa bütün dünyayı kubbelerle donatsanız da İslam’ı temsil ediyor iddiasında bulunamazsınız…” (M.Baykul, V.Aknar, 2009:38).
İstismar ahlaksızlığından vazgeçebilmek
“Binlerce kasıdlı rivayeti sahih sayıp onlarla hayatına yön vermeye çalışan müslüman dünyası, Kur’an ve Sünnet’in istemediği bir manzaranın sahibi haline gelmiştir.”
“… ‘Hedefine ulaşmakta başkasını da kullanma’ şeklinde tarif edebileceğimiz istismar hareketinin tarih boyunca müslüman toplum hayatının her safhasında görülmüş olduğu bir gerçektir. Bu gayr-i ahlaki davranış, hususiyle Hz. Peygamber’i odak alan son derece zengin bir malzemenin vücud bulmasına da yol açmıştır. Kur’an’a ayet ekleyemeyen zekalar, derdlerinin ilacını Hz. Peygamber’e yönelmekte bulmuşlardır. Zira şahıs olarak İslam dünyasının en büyük otoritesi odur ve onun desteğini alan her teşebbüsün başarı şansı yüksektir… İslam kitabiyatında binlerce kasıdlı rivayet, hadîs kılığında yer almış bulunmaktadır. Bunları sahih sayıp onlarla hayatına yön vermeye çalışan müslüman dünyası, Kur’an ve Sünnet’in istemediği bir manzaranın sahibi haline gelmiştir. İslam dünyasında hemen hemen her düşünce, ister iyi niyyetle olsun, ister kötü; ifadesini hadîs hâline getirmiş gibidir. Peygamber istismarcılığının bu mahsullerini bizzat müslümanlar ele alıp tasfiye etmedikçe, evrensel İslam davetinde başarılı olmanın imkânı pek yoktur…” (Hatiboğlu, 2012:64).
“Oku!” emrini doğru anlamak
“Peygamber istismarcılığının mahsullerini bizzat müslümanlar ele alıp tasfiye etmedikçe, evrensel İslam davetinde başarılı olmanın imkânı pek yoktur.”
“21. asra girdik; 15. hicri asrın içinde 1400 senelik bir mazimiz, İslami kültürümüz var. İslami kültürümüzün başlangıcından zamanımıza kadar milyarlarca insan gelmiş, geçmiş ve yüzlerce devlet kurulmuş, batmış. Fakat isim olarak ve cisim olarak Kur’an-ı Kerim elimizde aynen var. Fakat bu Kur’an-ı Kerim’den biz ne derece nasiblenmişiz, ne derecede amelî hayatımıza, günlük hayatımıza tatbik edebilmişiz? Bu durum, mâlesef ile başlayacağım bir cevabı içeriyor. Burada İslam toplumu olarak birkaç yanlış algılamayı ele almakta yarar var:
Birinci yanlışımız, “Kur’an okuyun!” emrini yanlış anlamamızdır… Hem Kur’an hem de Peygamberimiz “Kur’an okuyun!” diye Arapça anlayan kimselere, anlayacak kimselere, Arabcayı bilen kimselere hitab ediyor. Yoksa Arabca bilmeyen coğrafyalardaki Arabca bilmeyen kimselere değil. Biz burada yanılmışız. Ve bu yanılgının sonucunda Kur’an’ı şeklî olarak hatmetmeyi “Kur’an’ı okumak” diye anlamışız. Hâlbuki bu son derece yanlıştır. Kur’an’ın zihniyetine aykırıdır. İkinci yanlışımız, Kur’an’ı anlamadan okuduğumuz için Kur’an’ın mesajını da yanlış anlamamızdan kaynaklanıyor. Kur’an’ı anlamadan nasıl tatbik edersiniz? En büyük kabahatimiz bu…
Birtakım İslam ülkeleri dediğimiz devletlerde saltanatlar hâkimdir. Ya’ni halkın isteyerek beyat ederek başına getirdiği adamlar değildir bunlar. Bunlar birtakım Dünya devlerinin idaresinde olan zümrelerdir. Şimdi bunları görüp, yaşayıp dururken onların İslam’ı temsil ediyor olduklarını söylemek benim için mümkin değil. İstedikleri kadar kendileri hacca gitsinler, hacılara hizmet etsinler, Mekke’yi, Medine’yi genişletsinler bir şey ifade etmez. Kendilerinde yaşabiliyorlarmı İslamiyet’i, Kur’an’ın zihniyetini kendilerinde tecelli ettirebiliyorlarmı? Mühim olan budur.” (M.Baykul, V.Aknar, 2009:32).
Beynelmilel bir İslami araştırma hareketi başlatabilmek
“… Biz meseleleri, çoğu zaman nazari planda halletmişiz, fakat amelî planda bunun tatbiki mümkin olmamıştır… İslam kültürünü toptan bir tahlile, senteze, müşterek bir kanaate vardırabilmek için beynelmilel çapta bir İslami araştırma hareketinin başlatılmasına ihtiyac var. Geçmiş kültürümüzün ortaya konulabilmesi için bu araştırmalarda yapılması gereken en mühim iş, elde mevcud olan fakat yayımlanmamış eserlerin ilmî usûllerle ortaya çıkarılmasıdır. Bunlar yapıldıktan sonra iki, üçüncü nesiller bu eserleri tahlile tabi tutarak yeni hükümler geliştirecektir. İnsanoğlu çok acelecidir. Bütün işleri hemen bitirelim istiyoruz. İlmî araştırma kolay bir iş değildir. Sabır gerektirir, emek gerektirir. İslam dünyası birkaç asırdır geri kalıyorsa, İslam’ı anlayabilmemiz için asırlar sürecek ilmî bir çalışmaya ihtiyacımız var…
Biz ilmi, dinî ve gayr-i dinî şeklinde ayırdığımız için daha ikinci asırdan itibaren dinî ilimlerle uğraşanlara ulema demişiz. Kendi kanaatlerine göre gayr-i dinî ilimlerle uğraşanları da ilim adamı saymamışız. Tabakat kitablarımızı alın okuyun, ilim adamlarından bahsettikleri zaman ya müfessirleri alırlar ya muhaddisleri. Yahud bu gruba zoraki kelamcıları da alırlar. Ama bir filozofun, bir felsefecinin, bir kimyacının veya fizik ilmiyle uğraşan müslüman bir âlimin, âlim sayıldığını görmedim. Bizde ilim sahasında yazılmış isimleri ‘ilim’ olan yüzlerce kitab var. Bu kitabların ilim dediği zaman kastettiği ekseriyetle hadîs ilmidir. Yoksa kimyayla, fizikle veya astronomiyle katiyen alakası yoktur. Çünkü bu dalları ilim, bu dallarda çalışanları da ilim adamı saymazlar. Bu zihniyeti muhakkak yıkmamız lazım. Bugün fizik âlimi de İslam’ın istediği âlimdir, astronomi âlimi de âlimdir, ötekiler de aynı şekilde âlimdir…” (M.Baykul, V.Aknar, 2009:34-35).
Kültürel mirasımızı tenkit edecek bir heyet kurmak
“…İslam’ın kültürünü tam olarak ortaya koyabilmek için bu kültürü inceleyebilecek vasıfta adamlarınızın olması gerekir. Öncelikle kültür muhtevası malzemeleriniz olacak; ikinci olarak o malzemeyi değerlendirecek bir kadronuz olacak; üçüncü olarak onların ortaya koyduğu sentezi değerlendirecek teşkilatınız olacak. Bunların hiçbiri henüz ortada yok. Öncelikle umumi prensipleri tesbit etmeliyiz. Bu prensiplerde on dört asırlık İslam kültür muhtevası var. Bunu kimse inkâr edemez. Bu kültür muhtevası ilmen sentezden geçirilmeden, eleştiri dediğimiz tenkidî incelemeden geçirilmeden, neticelerini umuma arz etmek bugün için hiç kimsenin haddi değildir. Ancak bu yolda ölünceye kadar çalışmak boynumuzun borcudur…
Bir de kültür dünyamızı ele aldığımızda orada ne yazıyorsa hepsi doğrudur, dediğim zannedilmesin. Kitablarımızda doğrular olduğu gibi eğriler de vardır. Bu bir hakikattir. Kast-ı mahsusla eğri yazanlar olduğu gibi bilmeyerek yazanlar da var. İyi niyetle bu yanlışa düşmüş olanlar da var. Siz herhangi bir kitabı tenkidsiz, olduğu gibi kabul ederseniz Seâdet-i Ebediyye kitabının yazarının durumuna düşersiniz, Allah muhafaza. Bu yola çeşitli sebeblerle düşmüş -mâlesef– birçok âlimimiz var. İsim isim zikrederek onları rencide etmek istemiyorum. Ama hürmet sınırları içerisinde, âlimlerimize unvanları ne olursa olsun, İslam adına Kur’an adına tenkit yöneltmekten kendimi alamam, aksi takdirde Allah beni mesul tutar…” (M.Baykul, V.Aknar, 2009:36).
“Şimdi, katımızdan indirdiğimiz apaçık belgeleri ve rehberlik delillerini Kitab aracılığıyla insanların önüne koyduktan sonra onu gizleyenler var ya: işte Allah’ın ve lanet etme yeteneğine sahip tüm varlıkların lanet ettiği kimseler onlardır.” (Bakara 2:159).
Kaynaklar:
- Baykul, V.Aknar; “Mehmed Said Hatiboğlu ile Kültürel Mirasımızı Tenkid Zarureti Üzerine”, söyleşi, Kur’ani Hayat dergisi, Sayı: 5, Mart-Nisan 2009, s.30-39.
- Mehmed Said Hatiboğlu; Kültürel Mirasımızı Tenkid Zarureti, Otto Yayınevi, 3. Baskı, Ankara 2012, 162 s.
[1] Fikirleri çift tırnak içerisinde iktibas edilirken hocamızın kendine has imla tercihleri olduğu gibi korunmuştur.
emeğinize sağlık. selam ve dua ile.
Sn. Güngör
İslam Dünyası karşıtlarının en çok istismar ettiği
ancak
İslam dünyasınında bir okadar ,çözmeye yaklaşmadığı
bu temel konuyu gündeme getirdiniz.
İslam adına, insanlık adına , ilk büyük adımı başlattınız
Devamını dileriz.
Teşekkürler.
Abdurrahim BARIN
Gn.Bşk
Türkiye Ulaş İş Sendikası
Tenkide tahammülü olmayanlar ‘biz atalarımızdan böyle gördük’ mazeretini referans kabul edenlerdir. Çünkü kökleri tenkit dallardaki yozlaşmayı ortaya çıkaracaktır. Meyvelerin ıslahı köklerden başlar diye düşünüyorum.
Fethi hocam
Selam ve dualarımla.
Allah’tan çalışmalarınızı bereketli ve hayırlı eylemrsini niyaz ediyorum.
Sizin samimiyetinizi ve gayretiniZi biliyor ve takip ediyorum.ümmetin en büyük hastalıklarının başında vahiyle desteklenmiş en büyük nimet akıl olmasına rağmen Kur’anın düşünmesini uyarısına rağmen kör taklitçilik ve tenkit ve yangın gibi kavramları kullanmama düşünme ve zihin tembelliği düşmemiş ümmetin yıkımı olmuştur.bu sorunu çözmek medeniyet ve kültür değerlerimizin yeniden ihya ve inşası için büyük önem arzetmektedir.
Muhterem, Fethi Güngör Hocam,
Allah razı olsun, güzel olmuş. Ne tümüyle silip süpüren ve ne de tümüyle herşeyi kabul edenlerden olmama bilincine sahip olmak önemli bir gerekliliktir. Eğer sağlam kıstaslara sahip olursak, yani mihenk taşımız belli ise -ki bu da Allah ve Resulü’nün bize bildirdikleridir- o zaman hiçbir hatır, bizi doğru olana karşı eğip bükemeyecektir…
Selam ve saygılarımla!
Sayın Fethi Hocam, Farklı bir konuya haklı bir bakış açısı getirmişsiniz, tebrik ederim. İlim rehberliğinde ayıklayıp doğruyu bulmak, ondan sonrada sarsılmaz bir iman sahibi olarak, Hz. Ebubekir’in söylediğini diyebilmek en önemli meselelerdendir:
: “O söylüyor ise doğrudur”
Başarılı ve hayırlı çalışmalarınızın devamını diliyorum. Rabbim bizi hayra davet eden, düzeltici amel işleyen ve “ben hakiki müslüman olma yolundayım” diyenlerden eylesin.
Hocam, yazınızı ülkemizdeki tarikat kurumlar üzerinden yorumlamaya, anlamaya çalıştım;
Kur’an kendisini kolay anlaşılır ve basit olarak tanımlıyor. Bu yönüyle İslamdan – tabiri hoş görün lütfen – tarikatlara malzeme çıkmaz. Şeyhler, kutublar olacak, silsileler yaşatılacak, özel geceler ihdas edilecek, bu gecelere has namazlar kılınacak, her tarikat kendine has zikir çekecek, kiminin -yahudi tarikatlarındaki gibi – halka olup sallanması olacak vs.. Hatta dinin bekası için hadisler uydurulacak.
Din ülkemizde tarikatler üzerinden yaşanmaya çalışıldığından yukarki müessese yaşamak için tenkide kapalı olmak durumundadır.
Nasılsa şeyh efendi herkesin yerine düşünmekte ve her şeyi bilmektedir. Dolayısıyla “geleneksel islam” kolaylıkla “Rasulallah’ın tebliğ ettiği İslam” yerine ikame edilmiş olur. Her bid’at bir sahih sünneti de kaldırınca bozulma hızla sürer.
Kur’an çok yerinde akledenlerden bahseder malum. Akletmez misiniz ? sorusunu sıkça sorar. Akletme melekesi ve hakkı şeyh efendi veya bir takım kurumlara devredilince kim neyi ve nasıl tenkit edebilir ki ?Bir de bu yapılar müridlerce hayata tutunma müessesesi olarak kabul görünce “tenkit” kimsenin işine gelmez. Sorumluluk sahibi tenkit eder. Sorumluluk şeyhe yüklendikten sonra tenkit zaten ortadan kalkar.
Çarpık tarikat kurumu -tenkidi kabul etmediğinden bizatihi yaşadığımız fetret devrinin de en önemli müsebbiplerindendir vesselam
Selam ve dua ile, Ahmet Us