“Onlar (sonunda) Rablerine kavuşacaklarını ve
O’na döneceklerini kesinlikle bilirler.” (Bakara 2:46).
“Onlar bir musibete uğradıklarında: “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve sonunda yine O’na döneceğiz” derler.” (Bakara 2:156).
“En sonunda yine Rablerine döneceklerine inandıklarından, yüreklerinde tarifsiz bir ürperti duyarak vermeleri gerekeni verenler:
İşte onlardır hayırlarda öne geçmek için can atanlar; nitekim onlardır bu konuda öne geçecek olanlar.” (Mu’minûn 23:60-61).
Nüfus büyüklüğü itibarıyla dünya sıralamasında 8., insani gelişmişlik açısından ise 142. sırada yer alan Bangladeş, tabiî ve beşerî kaynaklarını kalkınma yolunda verimli kullanmak yerine, uluslararası şer odaklarının desteğiyle kifayetsiz ama muhteris bir yönetimin ülkenin başına çöreklenmesi sebebiyle yoksulluk sınırının altında perişan bir hayata mecbur edilmektedir. Sömürgeciyle işbirliği yaparak iktidarda kalmayı marifet zanneden mevcut yönetim, bu zihniyetin yegâne alternatifi olan Cemaat-i İslami Partisi önderlerini siyasi idam kararlarıyla tasfiye etmek ve ülkenin zenginliklerini sömürgecilere peşkeş çekme pahasına gayr-ı meşru iktidarını sürdürmek istemektedir.
Tüm yıldırma politikalarına rağmen, aynen Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in yaptığı gibi barışçıl yöntemlerini muhafaza eden, sömürgeci güçlerin kendilerini şiddet minderine çekme çabasını ferasetleriyle boşa çıkaran Cemaat-i İslami önderleri, idam sehpasına büyük bir vakar ve iç huzuruyla yürümekte, milyonlarca müntesiplerini ayaklanmaya çağırmak yerine onlara barışçıl yöntemi korumayı salık vermektedirler.
Şehid Mutiurrahman Nizami’nin Sözlerine Kulak Vermek
Naimurrahman Halid, babasıyla nasıl vedalaştıklarını anlattığı yazısında Mutiurrahman Nizami’nin şahsında Bangladeş Cemaat-i İslam önderlerinin güçlü imanları, dengeli şahsiyetleri ve ilkeli duruşları hakkında önemli vurgular paylaşmaktadır:
“… 8 numaralı idam mahkumları hücresinde babamız yeşil bir hasırın üzerinde kıbleye yönelmiş, dua ediyordu. Ne çok yüksek, ne de çok alçak olan sakin ve anlaşılır bir sesle Arapça dualar ediyordu. Üç yaşındaki torunu Muaz merdivenleri çıkıp babamıza seslendi: “Dede, lütfen aç kapıyı, seni görmeye geldik!” Babamız duasını tamamladı ve sakince ayağa kalkıp karşılık verdi: “Siz geldiniz demek! Öyleyse bu son buluşmamız!” O esnada çok dokunaklı bir hava hakim oldu ama babamız herkesi sakinleştirdi ve bize sabırlı olmamızı söyledi. Demir parmaklıkların arkasından herkesle el sıkıştı. Üzerine beyaz bir kurta ve lungi giyinmişti. Hava sıcak ve odada pencere de olmadığı için elbisesi ıslaktı ama yüzü nurlu ve huzur doluydu. Çehresinde endişeden veya acıdan eser yoktu. Ona bakan birisi diyemezdi ki, kısa bir süre sonra bu zorba rejim tarafından idam edilecek.”
Hayatı ve Ölümü Yaratanın Allah Olduğuna Yürekten İnanmak
“Babamız aile efradının rutin koşuşturmalarını sordu. Sonra dedi ki: “Hapishane müdürü mahkemenin hükmünü okuyup devlet başkanından af ve merhamet dileyip dilemediğimi sordu. Ben de onlara bir suç işlemediğimi söyledim. Af dilemek suç işlemeyi kabul etmek anlamına gelir, bu sebeple benim için devlet başkanından böyle bir talepte bulunmak söz konusu değildir. Hayatı da, ölümü de bahşeden yalnızca Allah’tır. Dolayısıyla bir insana hayatımı bağışlaması için yalvarıp da imanımı kaybetmek istemiyorum.”
“Bugün Hapishaneler Baş Müfettişi af talebinde bulunmadığımı yazıyla ikrar etmemi istedi. Asla af dilemeyeceğimi ve asla hayatım için birisine yalvarmayacağımı açık şekilde yazdım.” Ortama yine duygulu bir hava egemen oldu. Babamız herkese güçlü kalmasını ve sabırlı olmasını telkin ediyordu. Gözlerinde tek bir gözyaşı yoktu. Ama tamamen hissiz de değildi. Yüce Yaratan’a kavuşmayı bekleyen sakin bir ruh edasındaydı.
Babam bize “Kardeş olarak hepiniz birlik içinde olmalı, beraberce uyum içinde yaşamalısınız. Her daim Allah’ın ve Peygamber’in yolunda olun. Annenize daima göz kulak olun. Siz annenizde beni, anneniz de sizde beni bulacak. İnsanlara beni nasıl tanıdıysanız öyle anlatacaksınız. Hakkımda abartılı sözler söylemeyin. Şimdi 75 yaşındayım. Arkadaşlarımın çoğu böyle uzun yaşamadı. Sizin de bahtınız açıkmış ki bu kadar uzun süre hayatınızda oldum. Hayatı ve ölümü veren Allah’tır. Eğer bu gece ölmek kaderimse şu anda evde olsaydım da ölecektim. Allah’a karşı her daim hayırlı düşünceler besleyin, O’na minnettar olun.” dedi… Sonra babamız bize önderlerimiz ve İslami Hareket uğruna mücadele eden herkese teşekkürlerini ve selamlarını iletmemizi söyledi. Şehitliğinin Allah katında kabul olması için herkesten dua istedi.”
Cennete Layık Salih Ameller İşlemek ve Sadece Allah’a Kul Olmak
“Babamızdan mahşer günü cennete girmemiz için bize şefaat etmesini istedik, şöyle cevapladı: “Eğer cennete layık salih ameller işlerseniz, inşallah cennete gireceksiniz.” Ondan sonra babamız ricamız üzerine dua etmeye başladı. Bu dua bir saat civarında sürdü. Önce Allah’a şükretti, sonra Peygamberimize salavat getirip yaklaşık yirmi dakika onun dualarından etti. Bu mesnûn duaları hayatı boyunca düzenli olarak yapmıştı. Sonra şöyle niyaz etti:
“Ey Allah’ım. Ben ki naçiz günahkâr bir kulunum. Senin dinin uğruna yaptığım ne hizmet varsa kabul eyle. Hayatımın son anına kadar bana İslam ve İman yolunda kalmayı ve şehit olmayı nasip eyle. Allah’ım! Beni ve evlatlarımı namazı dosdoğru kılanlardan eyle. Kıyamet gününde beni, anne babamı ve tüm müminleri bağışla.”
“Ey Allah’ım! Bizlere eksiksiz iman lütfeyle. Sadece Senden yardım istemeyi nasip eyle. Dillerimizin her daim Sen’i zikretmesini nasip eyle. Sen’den korkan kalpler, faydası olan ilim, bol ve helal rızık, İslam’ı dosdoğru anlayacak kâmil akıl niyaz ediyoruz. Allah’ım! Bizlere ölmeden önce tövbe etmeyi müyesser eyle, ölümlerimizi kolaylaştır, öldükten sonra bizleri affeyle ve bizi cehennem azabından kurtar. Allah’ım! Verdiğin helal nimetlerle bizleri haramlardan muhafaza eyle. Bizleri Sana itaat edenlerden eyleyerek San’a karşı gelmekten koru. Sen’den başka kimseye bizlere kulluk ettirme. Allah’ım Nur’undan bizlere hidayet ver. Sen günahlarımızı bilensin. Yalnız Sen’den mağfiret diler ve yalnız San’a döneriz. Ya Hannân, Ya Mennân!
Devamında babamız ülkemize ve milletimizin iyiliği için dua etti. Kızım gardiyanların dua sırasında göz yaşları içinde kaldığına şahit oldu:
“Ey Allah’ım! Bu ülkeye huzur nasip et. Bu ülkeyi cinayetlerden, kaostan ve sömürge olmaktan koru.”
Kalbimizi İman ve Sevgiyle Doldurabilmek
“Bir hekim olarak çalışma hayatımda onlarca ölüme tanıklık ettim. Birçok insanın ölüm döşeğinde ölümden korku ve endişe duyduğuna şahit oldum. Onların gözünde ölümün gözlerinde nasıl büyüdüğünü veya biraz daha uzun yaşamak için ne kadar iştahlı olduklarına tanıklık ettim. Ama babamızı son kez görmeye gittiğimizde, ilk kez Allah’ıyla buluşmaya bu kadar hazır korkusuz bir cennet yolcusuyla karşılaştım. Af talebinde bulunup birkaç gün daha hayatta kalma imkânı vardı. Lâkin hepimiz biliyoruz ki bir insanın ölümü Allah tarafından önceden belirlenmiştir. Bugün, Yüce Allah’a olan güçlü bir imanla bir insanın ölümü nasıl sakin ve serinkanlı kucaklayabildiğini gördüm.
Babamızla tanışmış herkes şehadet edecektir ki o çok yumuşak kalpli birisiydi. Her zaman insanların günlük koşuşturmalarını önemserdi. Birisinin bir derdi olduğunda babamız yakın alaka gösterir, o kişi hakkında haberdar olmaya gayret eder ve sık sık o kişinin derdini sorup soruştururdu. Bu onun insanlara karşı olan nezaketi ve sevgisinden ileri geliyordu. Onunla hapishanede bugünden önceki düzenli görüşmelerimizde, son anına kadar sebatkâr ve dirayetli kalıp kalamayacağı konusundaki kaygısını ifade ederdi. Ölümünün kesinleştiği şu anda, böylesi yumuşak kalpli birisinin konuşması ne kadar da sakin, davranışları ne kadar da huzurluydu…”
Kur’an’a ve Sünnet’e İttiba Edip Metanetli Olmak
“Babamız herkese Kur’an’a ve Sünnet’e tâbi kalmayı ve Peygamber’in yolunda kalmayı öğütledi. Her ne olursa olsun sabırlı olmayı ve Allah’a iman etmek için, önceki görüşmelerimizde bize şiddetle vakit namazlarımız hususunda ihtiyatlı olmamızı hatırlatırdı. Son arzusu olarak bizden kitaplarını, bilhassa hapishanede yazılmış iki kitabı Kur’an ve Hadis’e Göre Hz. Peygamber’in Hayatı ve Yaşama Âdâbı ile Kur’an’a Göre Müminlerin Hayatı ve hapse girmeden yazdığı diğer kitaplarını okumamızı istedi.
…Hepimiz son kez sevgili babamıza veda ettik. Yol boyunca babamızın parlak nurlu yüzü aklımızda kaldı. Hapishaneden çıktıktan sonra köyümüz Sathia’ya doğru yola çıktık. Az önce veda ettiğimiz babamızın şimdi cenaze merasimini hazırlayacağız! Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in bir hadisini hatırlıyordum:
“Kimin başına bir musibet gelirse benim ölümümü hatırlasın. Sizden hiç kimse beni kaybetmek kadar ağır bir musibet yaşayamaz.” (İbn Mâce). Bu ümmet bizzat Hz. Peygamber’i kaybetmenin üstesinden geldi. İnşallah bu ümmet sabırla ve sebatla tüm kayıpların ve musibetlerin üstesinden gelecektir.” (dirilispostasi.com).
Ülkeyi ve Milleti Çökertmek İsteyenlere Karşı Dik Durmak
1971’de kanlı bir savaşla Pakistan’dan koparılan Bangladeş’te, oynanan kirli oyunun farkında olarak; sorunlara savaş yoluyla değil barış yoluyla çözüm aramak gerektiğini savundukları için 45 yıl sonra siyasi idamlarla sindirilmek istenen son Cemaat-i İslami mensubu Mir Kasım Ali oldu. Bangladeş halkına farklı alanlarda büyük hizmetler sunan Mir Kasım Ali, bankacılık, eğitim ve sağlık sektörleri başta olmak üzere bir çok alanda büyük çaplı projeler gerçekleştirmiş başarılı bir iş adamıdır. Dünyanın birçok yerinde modern köle olarak çalıştırılan ve zengin topraklarında yoksulluk içinde sefil bir hayat süren vatandaşlarının derdine derman aramak yerine Bangladeş’i bütün bir ülke ve millet olarak çökertmek isteyen sömürgecilere uşaklık etmeyi yeğleyen Hasina yönetimi kendisine destek olan şer güçlerine yeni kurbanlar sunmakta istekli görünmektedir! (www.ilkha.com).
Davası uğruna idama götürülürken bile yüksek özgüvenini muhafaza eden, idam sehpasına götürülürken yüzünden tebessümü eksik etmeyen Şehid Mir Kasım Ali’nin vasiyetindeki şu vurgu, onun ne denli yüksek bir bilinç düzeyine sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır:
“Dava Kardeşlerim, Cemaat-i İslami Mensupları… İdam ipinden korkmayın, üzülmeyin. Şehit kanları ile yoğrulmuş topraklar çok daha verimli ve uygun olur. Sizler de bu topraklarda “kelime-i tevhid” sancağını dikeceksiniz!…”
Ümmetin Sorunlarına Çare, Yaralarına Merhem Olmak
Bangladeş’te seçmenlerin sadece onda birinin(!) katılımıyla gerçekleştirilen 5 Ocak 2014 genel seçimlerinde iktidara getirilen Hasina hükümetinin muhaliflerini sindirme aracı olan mahkeme, en son Mir Kasım Ali hakkındaki idam kararını 30 Ağustos’ta onamış, iç hukuk yolları tükenen Ali, af için devlet başkanına başvurmayı reddettiği için 3 Eylül 2016 günü gecesinde idam edilmiştir. Hakkındaki suçlamalara ilişkin mahkemeye yalancı şahitler çıkarıldığı gerekçesiyle karara karşı çıkan Ali’nin avukatları da infaza engel olamamıştır.
Cemaat-i İslami Partisi Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi Mir Kasım Ali’nin idam edilmesiyle ilgili BM, AB, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi kuruluşlardan bir ses çıkmadığı gibi, Türkiye’nin sivil toplum kuruluşlarından da kayda değer bir tepki duyulmaması üzüntü vericidir. Konuyla ilgili kayda değer tek beyanat, T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın, Bangladeş’te ülke yönetiminin tehlikeli politikalarına dikkat çeken şu açıklamasından ibaret kalmamalı, özellikle insan hakları savunucuları, akademisyenler ve gazeteciler Bangladeş idamlarına ilişkin detaylı raporlar ve makaleler hazırlayarak dünya kamuoyunun dikkatine sunmalı ve hükümetleri idamları durdurması için Bangladeş’e yaptırım uygulamaya davet etmelidir:
“Bangladeş’te geçmişin yaralarının bu yöntemlerle sarılamayacağını bir kez daha vurguluyor ve bu yanlış uygulamanın kardeş Bangladeş halkı arasında ayrışmaya yol açmamasını diliyoruz.” (aa.com.tr).
Yazımızı Mustafa İslâmoğlu’nun Bangladeş idamlarına ilişkin kısa değerlendirmesiyle noktalayalım:
“İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Kur’an ile inşa edilmiş tasavvur kavramlarımızı, kavramlar düşüncelerimizi, sağlıklı düşünceler iyi niyet ve salih amellerimizi doğurur. Salih ameller de tıpkı Resulullah (s) döneminde olduğu gibi İman kardeşliğini ve Ümmeti tesis eder. Ulusalcı ideolojilerle paramparça edilmiş coğrafyamız, Kur’an’ın inşa etmediği tasavvur dünyamız düşünce sorunlarımızı doğurdu. O yüzdendir ki Emperyalizm yerli diktatörler eliyle Müslümanları köleleştirdi. O yüzden bir Müslüman katledilirken sadece izlemekle yetiniyoruz! Çünkü ortada Kur’an’ın inşa ettiği tasavvurlar ve onun inşa ettiği toplum olan Ümmet yok!…”
Rabbim, çağa ve olaylara şahitliklerini hakkıyla yerine getiren Cemaat-i İslami hareketi önderi şehitlerin dualarını kabul buyursun…
Kaynaklar:
- http://aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/disisleri-bakanligindan-mir-kasim-ali-aciklamasi/640671, 04.09.2016.
- http://dirilispostasi.com/n-10325-oglunun-kaleminden-rahman-nizaminin-son-anlari.html, 23.05.2016.
- http://www.ilkha.com/haber/41388/idami-kesinlesen-mir-kasim-ali-ve-banglades, 02.09.2016.
- https://www.facebook.com/mustafaislamoglu/posts, 04.09.2016.
Bu çok değerli âlimleri idam eden insanlar da inanç olarak kendilerini “Müslüman/mümin” diye tanımlıyorlardır, büyük bir ihtimalle, Mısır’daki diktatörler misali. Halk Hüsnü Mübarek’in eşini çok severmiş. Çünkü o namazlarını kılar, oruçlarını tutar, bütün ritüelleri yerine getirirmiş, dahası insanlara çok yardımcı olurmuş da onadan. Bengladeş halkı ne yapıyor? Bu seri katillerin gerçekleştirdikleri seri idamlar o toplumda nasıl karşılanıyor? Onlar da diktatörlerin eşlerini seviyorlar mı acaba?
Sıkça bir şekilde “ümmet” denen toplumu çok merak ediyorum nerede onlar? Şu çeşitli salonlarda çeşitli kurum ve kuruluş adları ile bilmem ne konularında konuşup dururken “ümmet” diyen insanlar mı ümmet? Allah’ın böyle bir ümmet istediğini sanmıyorum…
Bilim, kültür ve medeniyet üçlü sacayağının üzerine koyduğu siyasi hegemonyasıyla dünyada mazlum milletlere savaş ve sömürü ile kan kusturan Batı, Fransız ihtilalinden sonra ırk temelli ulus devletçilik felsefesiyle insanlığa soktuğu fitneyle ortaya çıkardığı iki dünya savaşıyla yeryüzünü insan kanıyla sulamıştır. Ulus devlet felsefesi henüz hazmedilmemişken Batının sanayi devrimiyle geliştirip uyguladığı sömürgeci kapitalizme karşı komünizm ideolojik savaşına sahne olmuştur. Yetmiş yıl boyunca milyonlarca can bu iki ekonomik ideolojinin sava-şıyla yok olup gitmiştir. SSCB komünizmin iflasından sonra blok olmaktan çıkınca Batı ken-dine tehlikeli gördüğü İslam âlemini yeni bir blok olarak karşısına koydu ve düşman renk olarak da kızılın yerine yeşili seçti.
Üç asırdır dünya hâkimiyetini elinde bulunduran Batının sunduğu medeniyetin sonuç-larından başta batılılar olmak üzere tüm insanlık memnun kalmadı. Çevre kirliliğinin, savaşla-rın, sömürünün getirdiği sonuçlar insanlık için bir felaket oldu. Bu kadar bilim ve teknolojinin gelişmesine ve buna paralel olarak ekonomik üretime rağmen dünyanın üçte biri açlıkla karşı karşıyadır. Bu dönemde süper güçler geliştirdikleri silahlarla adeta dünyayı yok etmeye hazır-lanmaktadırlar. Hâlbuki evrende yaşanacak başka bir gezegen yoktur. Sömürü, terör ve savaş-larla korkan ve bunalan insanlık yeni bir arayış içine girmiştir. Son iki asırda ulusalcılık ve ekonomik temelli ideolojiler insanlığa hayır getirmemişler. İnsanlık Batının getirdiği bu çık-mazdan kurtulmak için yeni bir arayış içine girdi.
İnsanlığın aradığı evrensel değerler ne Çin’de, ne de Hint’te vardır. Günümüz dünyası-nın süper güçleri buralardan değil ama İslam’dan ve uyanmış Müslüman toplumlarından korkmaktadırlar. Günümüz dünyasında insanlığın kurtuluşu için İslam’dan daha iyi bir alter-natif düşünce sistemi yoktur. İslam inanç, ibadet ve ahlakiyle bir din; hukukuyla ve ekonomik düşüncesiyle bir dünya düzenidir. İslam’dan başka bütün dünya dinleri Batı medeniyeti karşı-sında asimile olduğu için insanların gündeminden düşmüştür. Her ne kadar Müslümanlar ya-şantılarında asimile olsalar da İslam özü itibariyle Batı düşüncesi karşısında dimdik ayakta durabilmiştir.
Şimdi korkulan şudur: Büyük bir nüfus ve yeraltı zenginliği itibariyle ekonomik po-tansiyele sahip olan Müslümanlar uyanışa geçerse, Müslüman gövde üzerinde batılı kafayla yönetilmekten kurtulursa İslam’ın yeniden dünyaya hâkim olmasından korkulmaktadır. Bu açıdan dünya sorunlarına çözüm üretecek Müslümanlar Batılı ve Doğulu hâkim güçler için potansiyel suçludur. Dışarıdan Hanslar, içeriden Hasanlar el ele vererek her türlü tezviratla İslam ülkelerini darbelerle, iç savaşlarla, dış savaşlarla tarumar etmişlerdir. Bunların örneklerini Mısırda, Suriye’de, Irakta, Türkiye’de görmek mümkündür. Bunun için siyasi çalkantıların İslam ülkelerinde, dünyada savaş kurbanlarının onda dokuzunun Müslümanlardan olması bir tesadüf değildir. Medya yoluyla menfur propagandaları yetmiyormuş gibi Müslüman kis-vesindeki uluslararası kuruluşlar bir ahtapot gibi bütün İslam ülkelerini sarmış, Müslüman gövdeye yerleştirdikleri kendilerinden olan başlarla istediklerini yaptırmaktadırlar. İslam ül-kelerindeki darbeler, siyasi çalkantılar hep bunların başaltından çıkmaktadırlar. Fethi Hocamın yazısına konu ettiği Bangladeş’teki idamlar dışarıdaki Hanslarla içerideki Hasanların elbirliği ile yapılmış cinayetleridir. Bangladeşli şehitlere Allah’tan rahmet diliyorum. Ben inanıyorum ki bu şehadetler Bangladeş’e rahmet getirecektir. Ne mutlu ki onlar onurlu bir şekilde bir yol bırakıp gittiler. Biz onların bıraktığı yerden devam etmezsek biz yaşayan ölüler oluruz. Bu cinayetler dün vardı, bugün de var, yarın da olacaktır. Ne zaman ki Müslümanlar üç yüz yıl önce içlerinde kaybettikleri güneşi kendi içlerinden doğurdukları gün kurtulacaklar. Menderes’in katillerini kim hayırla anabilir, ama Menderes hala bir kahramandır.
Bu tablo karşısında Müslümanlar için iki yol vardır: Ya insanlık için onurlu mücadele veya İslam’dan çıkarak yok olup gitmektir. Ama ben inanıyorum ki onlar onurlu mücadele yolunu seçecekler ve o yolda şehadeti göze alacaklar. On beş Temmuz hareketi bütün mazlum toplumlar için bir rol model hareketidir.
Sayın Hocam yazıyı okuyunca, beşer yönüyle içim burkuldu, inanmış bir insan nasıl olurmuş? sorusuna en güzel cevap olduğu için de duygulandırdı, gururlandırdı. Tıpkı
Asr-ı Saadet döneminde darağıcında şehit edilen Hubeyb bin Adiy gibi. Bu aziz sahabiye soruyorlar, senin yerinde Muhammed bin Abdullah (peygamber olarak kabul etmiyorlar)’ın olmasını ister miydin? O kadar çok bozuluyor ve öfkeleniyor ki, soruyor: siz benim imanımda bir noksanlık mı gördünüz de böyle konuşuyorsunuz. O’nun ayağına bir diken batacağına, on canım olsa hepsini O’nun yolunda feda ederim, bir diken batmasına razı olmam.
Ali Kasım inanıyorum ki, aynı kaderi paylaştığı Hubeyb bin Adiy ile artık beraberdir.
Selam onlara ve onları bu şekilde yetiştiren Efendimiz (SAV)’a olsun.