“Ve böylece sizin dengeli ve ölçülü bir toplum olmanızı istedik ki (hayatınızla) tüm insanlığın huzurunda hakikatin şahitleri olasınız ve Elçi de sizin huzurunuzda ona şahitlik yapsın.” (Bakara, 2:143).
Çağının Şahidi/Şehidi/Modeli Olabilmek
Kur’an-ı Kerim’in “şehit” kavramı öncelikli olarak hakikate ve çağa şahit olmayı ifade etmektedir. Bu anlamıyla çağının büyük şehidi Mehmet Âkif, koca bir medeniyetin çöküşünü derin acılar içerisinde gözlemlemiş, kısıtlı ve zahmetli ulaşım ve iletişim imkânlarına rağmen İslam dünyasının bir çok bölgesini gezip Müslümanların durumunu yerinde görmüştür. Gözlemlerini vahyin aydınlığında tahlile tabi tutarak vaziyetin önce teşhisini yapmış, ardından tedavi yöntemini de önermiştir. En ağır şartlarda bile ye’se asla pirim vermeyen hak aşığı bu büyük mütefekkir, içinde yaşadığı toplumla ve çağla sınırlı kalmayan derin fikirleriyle günümüze de ışık tutmaktadır.
Yaklaşık bir asır önce ortaya koyduğu içtenlik ve yetkinlik numunesi tespit ve tekliflerinin günümüz için de geçerli olmasından dolayı Âkif gibi âkil bir insanımız olduğuna mı sevinelim, yoksa bir asır boyunca aynı yapısal sorunlarla boğuşup durmamıza ve bir türlü çıkış yolunu bulamayışımıza mı üzülelim? En iyisi biz, merhum Âkif’in de çok sevdiği büyük insan Hz. Ali’nin dediğini yapalım; kalbimiz hüzünle dolu iken yüzümüzden tebessümü eksik etmeyelim. Ve Rabbimizin emrine imtisal edip çağımızın tanıkları olalım:
“Ve Allah uğrunda üstün çaba sarf ederek gereği gibi mücadele edin: O (mesajını hayata taşımak için) sizi seçti; ve O din konusunda sizi zora koşmadı. (Sizden tek istediği) atanız İbrahim’in inanç sistemine (tâbi olmanız). O sizleri bundan önce de bu vahyin (gelişinden) sonra da müslüman olarak isimlendirdi ki, Elçi sizin için iyi bir model ve tanık olsun, siz de insanlık için iyi bir model ve tanıklar olasınız. Şu halde, artık namazı hakkını vererek kılın ve zekâtı içten gelerek verin; bir de Allah’a sımsıkı bağlanın: O’dur sizin tek efendiniz; O ne güzel koruyup kurtarıcı, ve O ne güzel yardımcıdır!” (Hac, 22:78).
Geri Kalmışlığın Sebeplerini Görüp Çözüm Üretebilmek
12-14 Ekim 2011 tarihlerinde İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen “Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Milli Birlik ve Bütünlük Sempozyumu”nda, Mersin Üniversitesi’nden Yrd.Doç.Dr. Hasan YÜREK’in sunduğu tebliğ çerçevesinde, İslam âleminin geri kalmışlığı ve Âkif’in bu durumdan kurtulmak için Safahat’ta ortaya koyduğu çözüm önerilerini -uygun ara başlıklar ekleyerek- özetle dikkatlerinize sunuyorum:
“Mehmet Âkif Ersoy’a göre tembellik, inanç eksikliği, İslâm’dan uzaklaşma, kimi insanî değerlerin yokluğu, birlik olamama gibi sebepler geri kalmışlığı doğurmaktadır. Çalışmak ve bunun sonrasında tevekkül etmek, inancın sağlam olması, İslam’dan uzaklaşmama, insanî değerlere sahip olma, birlik içerisinde hareket etme ise önerilen çözümlerdir.
… Asırlardır süren bir mücadele en trajik devresini yaşamaktadır. İngiltere ve Rusya başta olmak üzere bütün bir Batı ve Hıristiyan dünyası emperyalist emellerle İslâm dünyasına karşı saldırıya geçmiştir. Müslümanlar cehalet, tembellik ve en tehlikelisi parça parça bölünmüş veya bölünmek durumundadır. Balkan Harbi’nin ardından, I. Dünya Harbi vatan parçalarını teker teker elimizden koparır. İşte böyle bir devirde Âkif, cemiyeti sarsmak, uyandırmak, birlik ve beraberlik içerisinde yaşamak için mücadeleye davet eder. İmanına yapılan saldırıları göğüsler. Millet aç, çıplak ve perişan iken bunlara karşı kayıtsız kalamaz. (Yetiş, 1992:2).
Tembellik Sorununu Çalışma Azmiyle Çözmek
Âkif, toplumun genelinde bir tembellik olduğunu düşünmektedir. Ona göre bütün Müslümanlar bir tembellik, bir miskinlik içerisindedir. Hatta yanlış anlaşılmış bir tevekkül yaygındır (Yetiş, 1992:118). O, tembelliği ve hiçbir gayret sarf etmeden tevekkül edenleri eleştirmektedir. Nitekim, ‘Azimden Sonra Tevekkül’ başlıklı şiirinde şöyle der:
“Allâh’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan…
Ma’nâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!
Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Âlemde “tevekkül” demek olsaydı “atâlet”,
Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş’al-i tevhîdi sönerdi;
Kur’an duramaz, nezd-i İlâhî’ye dönerdi. (Ersoy, 2003:424).
Âkif’in tembellik karşısında önerdiği çözüm çalışmaktır. O, çalışmanın milletini geliştireceğini ve bulunduğu zor durumdan kurtaracağını düşünmektedir:
Binâ-yı milleti i’lâ eden temel sağlam.
Demek ki kurtuluruz biz bugün olursak adam.
Onun da çâresi elbirliğiyle gayrettir.
Çalışmanın o kadar feyzi var ki: Hayrettir! (Ersoy, 2003:242).
Cehalet Sorununu Eğitimle Çözmek
Âkif’in geri kalmışlık hususunda ortaya attığı ikinci etken eğitimsizlik, bir diğer ifadeyle cehalettir. “Şu cehlimizle musîbet mi kaldı uğramadık” (Ersoy, 2003:243)
diyen şair, cehaleti başa gelen olumsuzlukların bir sebebi olarak görmektedir. Âkif’e göre asıl zaferler eğitimle kazanılır. Mevcut olan cehaletin giderilmesi içinse okullar açılması gerektiğini belirtir:
Bugün anâsır-ı İslâm’ı bir denî cereyân
Sürüklüyor ki: Bakın nerden eyliyor nebe’ân.
Felâketin başı, hiç şüphe yok, cehâletimiz;
Bu derde çâre bulunmaz -ne olsa- mektepsiz. (Ersoy, 2003:243).
Âkif, sadece okul açmanın cehaleti gidermediğini de eklemektedir. Ona göre açılan okullar için nitelikli öğretmenler de yetiştirilmelidir. Sadece okul açmak ya da açılan okulları öğretmenlerle doldurmak ona göre yeterli değildir:
Mahalle mektebidir işte en birinci adım;
Fakat; bu hatveyi ilkin tasarlamak lâzım.
Muallim ordusu derken, çekirge orduları
Çıkarsa ortaya, artık hesâb edin zararı!
“Muallimim” diyen olmak gerektir îmanlı;
Edebli, sonra liyâkatli, sonra vicdanlı. (Ersoy, 2003:244).
Âkif’in eğitime verdiği önemi Âsım’da da görmek mümkündür. Bu uzun şiirin sonunda Âsım eğitim almak üzere evinden ayrılmakta ve şiir burada bitmektedir.
İslâm’dan Uzaklaşma Sorununu Kur’an’a Dönerek Çözmek
Mehmet Âkif, bütün İslâm âleminde İslâm’ın ve Kur’an’ın algılanmasında bazı problemler olduğunu düşünmektedir. Bu konuda şairin ön plana çıkardığı hususlardan biri tevekküldür. Âkif, tevekkülü hiçbir şey yapmadan her şeyi Allah’tan bekleme şeklinde algılamayı eleştirir:
Tevekkülün, hele, ma’nası hiç de öyle değil.
Yazık ki: Beyni örümcekli bir yığın câhil,
Nihâyet oynayarak dîne en rezil oyunu
Getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hâle onu! (Ersoy, 2003:233).
Dinden uzaklaşıldığını düşünen Âkif, bunun en belirgin göstergesi olarak ibadet yerlerinin halini sunar. Âkif, bu dinden uzaklaşma durumunu her alanda görülen geri kalmışlığın sebepleri arasında görür:
Demek: İslâm’ın ancak nâmı kalmış Müslümanlarda;
Bu yüzdenmiş, demek, hüsrân-ı millî son zamanlarda.
Eğer çiğnenmemek isterseler seylâb-ı eyyâma;
Rücû etsinler artık Müslümanlar Sadr-ı İslâm’a. (Ersoy, 2003:276).
Mehmet Âkif’e göre bu durumda yapılması gereken ise İslâm’a uymaktır. Çünkü İslâm, yaşanan dönemin ihtiyaçlarına cevap verebilecek, geri kalmışlığın önüne geçebilecek niteliktedir:
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı,
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı. (Ersoy, 2003:378).
Âkif’in böyle düşünmesinin temel sebebi ise genel görüşün aksine İslâm’ın terakkiye açık olduğunu bilmesidir. Mevcut geri kalmışlığa bakıp İslâm’ın terakkiye açık olmadığını düşünenlere Mehmet Âkif şu dizelerle karşılık verir:
Mütefekkirleriniz dîni de hiç anlamamış;
Rûh-ı İslam’ı telâkkîleri gâyet yanlış.
Sanıyorlar ki: Terakkîye tahammül edemez;
Asrın âsâr-ı kemâliyle tekâmül edemez.
Bilmiyorlar ki: Ulûmun ezelî dâyesidir,
Beşerin bir gün olup yükselecek pâyesidir.
Mündemic sîne-i sâfında bütün insanlık…
Bunu teslîm eder insâfı olanlar azıcık. (Ersoy, 2003:169).
Tefrika Sorununu Ortak İdealler Etrafında Toplanarak Çözmek
Mehmet Âkif’in yaşadığı dönemle ilgili yaptığı bir diğer tespit millette birlikteliğin bulunmayışıdır:
Vahdetten eser yok bir avuç halkın içinde!
Post üstüne hem kavgaların hepsi nihâyet;
Hâlâ mı boğuşmak? Bu ne gaflet, ne rezâlet! (Ersoy, 2003:419).
Başka milletlerin bir bütün halinde hareket ettiğini; ancak, “Sizin felâketiniz: Târumâr olan vahdet” (Ersoy, 2003: 247) diyerek kendi milletinde birlikteliğin olmadığını ifade eden Âkif’e göre çözüm; çekişmelerden uzaklaşıp ortak idealler etrafında bir araya gelmektir:
Eğer yürekleriniz aynı hisle çarparsa;
Eğer o his gibi tek, bir de gâyeniz varsa;
Düşer düşer yine kalkarsınız, emîn olunuz…
Demek ki birliği te’mîn edince kurtuluruz.
O halde vahdete hâil ne varsa çiğneyiniz…
Bu ayrılık da neden? Bir değil mi her şeyiniz? (Ersoy, 2003:247).
Kavmiyet Sorununu İslam Kardeşliği ile Çözmek
Âkif Müslümanları bir bütün olarak görür ve kavmiyeti, Müslümanların gelişmesini olumsuz etkileyen bir unsur olarak değerlendirir:
Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gâyet sağlam,
Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrik bu kadar akvâmı,
Aynı milliyyetin altında tutan İslâm’ı,
Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir.
Bunu bir lâhza unutmak ebedî haybettir.
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez…
Son siyâset ise Türklük, o siyâset yürümez.
Sizi bir âile efrâdı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbâbını artık aradan.
Siz bu da’vâda iken yoksa, iyâzen-billâh,
Ecnebîler olacak sâhibi mülkün nâgâh. (Ersoy, 2003:161-162).
Müslümanlara, “Günâhtır, etmeyin artık, ayıptır, eylemeyin!” (Ersoy, 2003:247) diyerek seslenen Âkif, onları kavmiyetçilikten uzak durmaya davet etmektedir.
Yozlaşma Sorununu Ahlâk ile Çözmek
Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde…
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;
Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhul!
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan ma’nâ ibâdullâhı istihkâr! (Ersoy, 2003:416).
Dedikodu, küfür, fitne, hayasızlık, vefasızlık, yalan, hainlik, duygusuzluk toplumun içinde had safhadadır. Âkif, bu yozlaşma karşısında çözümü ahlâkta bulmaktadır:
Müslümanlık bizden evvel böyle zillet görmedi!
Hâlimiz bir inhilâl etmiş vücûdun hâlidir;
Rûh-ı izmihlâlimiz ahlâkın izmihlâlidir.
Sâde bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli:
Bir halâs imkânı var: Ahlâkımız yükselmeli,
Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsrânımız…
Çünkü hem dünyâ gider, hem din, eğer yapmazsanız! (Ersoy, 2003:274).
İlim Eksikliği Sorununu Bilim Üreterek Çözmek
Müslümanlar arasında ilim eksikliği olduğunu ve bunun sonucunda geri kalındığını düşünen Âkif, bu noktada yüzünü batıya döner. Batınının ilme verdiği değeri takdir eder ve doğunun da aynı yolu izlemesi gerektiğini söyler. O, kimi yönlerini onaylamadığı batının, ilmî açıdan ileri olması sebebiyle onlardan yararlanılması gerektiği düşüncesindedir:
Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini;
Veriniz hem de mesâînize son sür’atini.
Çünkü kâbil değil artık yaşamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok san’atin, ilmin; yalnız,
İyi hâtırda tutun ettiğim ihtârı demin:
Bütün edvâr-ı terakkîyi yarıp geçmek için,
Kendi “mâhiyyet-i ruhiyye”niz olsun kılavuz.
Çünkü beyhûdedir ümmîd-i selâmet onsuz. (Ersoy, 2003:170-171).
Ümitsizlik Sorununu İman Gücüyle Çözmek
Müslümanlara, batıdan ilmi alın; ama onların hayatına özenmeyin, kendi dininizi ve değerlerinizi ön planda tutun çağrısı yapan Âkif, Yeis Yok şiirinde milletine ve Müslümanların geleceğine yönelik umutlarını dile getirir:
Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik,
Batmazdı bu devlet, “batacaktır!” demeyeydik.
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır;
Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır.
Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol…
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol! (Ersoy, 2003:422).”
Kaynakça
- ERSOY, Mehmet Âkif. (2003). Safahat, (Hazırlayan: M Ertuğrul Düzdağ). 30. basım. İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
- YETİŞ, Kâzım. (1992). Mehmet Âkif’in Sanat-Edebiyat ve Fikir Dünyasından Çizgiler. Ankara.
- YETİŞ, Kâzım. (2006). Bir Mustarip Mehmet Âkif Ersoy. Ankara: Akçağ Yayınları.
- YÜREK, Hasan. (2011). “Mehmet Âkif Ersoy’un Safahat Adlı Eserinde Geri Kalmışlığın Sebepleri ve Çözüm Önerileri”, “Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Milli Birlik ve Bütünlük Sempozyumu, 12-14 Ekim 2011” Bildiriler Kitabı içinde, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Yayın No: 3, s111-128.
hocam Akif gibi bir ecdadın torunu olmanın gururuyla yazmaya çalıştığım bu yorumda ellerim titremekte. zira yaşananları bu kadar öncesinden çözümleri ile tespit etmiş, bizlere yol göstermiş, asıl hataların nerelerden kaynaklandığını ve çözüm yollarını önümüze sunmuş bu insanı ne kadar az tanıdığımız ve tanıtmak adına ne kadar az gayret gösterdiğimizi düşününce vicdanımız sızlıyor. tarihiyle, ecdadıyla bu kadar şanslı bir nesil olduğumuz için çok şanslıyız ama onlara gereken önemi vermememiz de en büyük ayıplarımızdandır. bize bu çehreyi sunduğunuz için teşekkürler…
“İslâm’dan Uzaklaşma Sorununu Kur’an’a Dönerek Çözmek
Mehmet Âkif, bütün İslâm âleminde İslâm’ın ve Kur’an’ın algılanmasında bazı problemler olduğunu düşünmektedir.”
Evet, Âkif alıntıda sözü edilen konuda çok dertlidir. Mehmet Akif, şair olarak anılıp hep bu yönüyle ondan bahsetmek, çok büyük bir haksızlıktır. Zaten bu yaklaşım üzerinden Akif’in gerçek değeri saklanmış, üzerine ambargo konulmuştur. Âkif, zamanının en kuvvetli Kur’an müfessiri ve buna uygun olarak mücahitlerinden birisidir. Âkif’in, tutarlı müslümanlığının ve bilge kişiliğinin kaynağı Kur’an’dır. Başka bir deyişle Mehmet Âkif’in “Güç Kaynağı” Kur’an-ı Kerim’ dir.
Günümüz güncelinde Mehmet Akif’i değerli bir derleme ile gündeme taşımanızdan dolayı size teşekkür ediyorum.
MERHUM AKİF BİZİM BUGÜN SESLENDİRMEDE ZORLANDIĞIMIZ KONULARI GÖRÜP ÇÖZÜMLER SUNMUŞ
ALLAH RAZI OLSUN
Tarih cizgisel değil donguseldir. Sebep o ki Rahman kitapta kissa ve mesellerle gecmiste yaşanmış, bugün yasanan ve gelecekte de yasanmasi mümkün olaylari ve bu olaylarin dogru tahlillerini sunar. Evet Akif de Kurani ve Rahmanin maksadini en iyi anlayanlardan biri olarak o gunun de bugunun de hatta gelecek tüm insanligin da temel ve kadim hatalarini ve recetelerini sunmuş.
Fethi hocam cok güzel basliklandirmişsiniz.
Müslümanlarin ‘birlik’ olabilmesi icin ‘tevhid’de birlik sağlanmalı önce. Muvahhid olma iddiasinda bulunan çoğu müslüman tevhidin içini yanlış doldurmuş bir kere. Birliği saglamak için önce Kuranin kavramlarinin içi Kurandan doldurulmali ve sonra Kuran yeniden okunmali. Aynı kitabı okuyup farklı yorumlamak anlaşılır bir seydir. Herkes kabı kadar alir. Ancak bu Kitabı maksadinin dışında okumak ya cehaletle mümkündür- ki bu giderilebilir, ya da art niyetle mümkündür -ki bu uyanık, basiretli ve ferasetli mumin ister.
Teşekkürler yazinizi paylasma nezaketinizden dolayi. Kuran halkamda gündem yapacagim inşallah. Çok güzel başlıklandirilmis.
‘Akif Gibi Çağının Şahidi Olmak’ başlıkla yazınızı okudum. İlmiyle, sanatıyla, ahlakiyle, aksiyonu ile zamanının rol modeli olan Akif’i makalenizin konusu yapmakla günümüzde ona duyulan minnet borcunu ortaya koymak ve ayrıca hala Müslümanların bu rol modellere ihtiyacının olduğunu hatırlatmakla ona büyük bir hatırşinaslık göstermişiniz. Akif’i anlayalım ki; ihtiyacımız olan Akifleri yetiştirebilelim. Selam ve dualarımı sunarım.
Toplumumuz arasında devam eden temel sıkıntıların başında kavmiyetçilik,milliyetçilik ve mezhepçilik tir.Bunu da M.Akir ERSOY en güzel şekilde dile getirmiş.
“Aynı milliyyetin altında tutan İslâm’ı,
Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir.
Bunu bir lâhza unutmak ebedî haybettir.
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez…
Son siyâset ise Türklük, o siyâset yürümez.
Sizi bir âile efrâdı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbâbını artık aradan.”
Pek Muhterem Hocam,
Yürekten coşup gelen ifadelerle eskimeyen eskimiz olan Akif’imizi dimağlarımıza misafir ettiğiniz için zatınıza müteşekkirim. Bu çileli insan toplumu okumuş ve okutmuştur. Merhûm Akif’in hocalığı sadece devrinin insanlarına değil, bugünün ve yarının insanına da rehberliğini görmekteyiz. ”Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslamı” derken, her bir İslam ferdinin yaşayan Kur’an olmasını arzulamakta. Bu da ancak İslam’a teslim olmakla mümkün olacaktır. İslam’ı teslim almakla değil. Âkif, teşhis ve tedavi önerileriyle yardımcı olmaya çalıştığı İslam ümmetini, kıyamete kadar inşa etmeye devam edecektir. Fî Emênillêh…
kif