CEVDET SAİD’in bu makalesi, Diriliş Postası’nda 17 Haziran 2018 ve 10 Şubat 2019 tarihlerinde Arapça asıllarıyla birlikte yayımlanan iki yazısının birleştirilmiş nüshasıdır.
I- İbadetlerin Kural Oluşturma Rolü
Toplumbilim bilginleri ve araştırmacıları ibadetlerin oynadığı gerçek rolü daha iyi anlayabilirler. Kanaatimce ilim ve rüşdü yitirdikten sonra Müslümanların varlığını muhafaza etmede namaz, oruç, zekât ve hac ibadetlerinin çok büyük rolü olmuştur. İbadetlerin Müslüman varlığını korumadaki bu işlevi halen de devam etmektedir. Bu ibadetlerin ortaya çıkarmış olduğu sonuçlar yanında bunların bireyin ve toplumun esenliğini korumada büyük bir rol icra eden huşu ve kutsallık boyutuna da bakılması gerekir. Bazıları, dinî ibadetlerin akıl ve bilim alanına ait kurallarla anlaşılmasının mümkün olduğunu düşünmez bile. Çünkü bu ibadetleri mantık dışı hareketler olarak görürler.
Yukarıda sayılan ibadetler Müslümanların varoluş mücadelesinde hayati bir işlev görmüştür. Amerikalı tarihçi Lothrop Stoddard (İslam Âlemi adlı kitabında) yönetim gücünü ve hilafeti yitirdikten sonra Müslümanları muhafaza eden en önemli unsurun Allah’ın Evi olan Harem’i ziyaret maksadıyla hacca gitmeleri olduğu tespitini yapar.
Bayram ve cuma namazları ile bunlara ilişkin merasimler başta olmak üzere tüm ibadetlerin ve dinî sembollerin, varoluşun anlamını kavramada ve enerjileri kontrollü şekilde aynı hedefe yönlendirmede, böylece bireysel ve toplumsal iletişim ağını oluşturmada büyük etkisi ve önemi vardır. Dahası bu süreç hayatı yaratanla, gökleri ve yeryüzünü var edenle bağlantı kurmayı sağlamaktadır. Dolayısıyla hiçbir ibadeti bağlamından kopuk, amaçlarından ve işlevlerinden bağımsız ‘tek başına bir ritüel’ olarak görmemek gerekir.
Ancak burada başka bir hususu da göz önünde bulundurmalıyız. Müslümanları yok olmaktan kurtaranın ibadetler olduğuna şüphe yoktur. Lakin akıllı ve raşid bir Müslüman toplum inşa etmek için ibadetler tek başına yeterli değildir. Zira ibadetlerin değeri aç ve susuz kalmada, yorgunluk çekmede, ayakta durmada ya da seyahat etmede değildir. Bilakis ibadetlerin son derece büyük olan değeri bu kulluk etkinliklerine atfettiğimiz anlamdan kaynaklanmaktadır. Mesela kıraat ibadeti: Düşünerek ve anlayarak okumakla sadece ölüler için -Kur’an’ı mehcûr (metruk) bırakmak[1] anlamına gelen- ‘hatim okumak’ arasında çok fark vardır. İnsanlar ölüleri cennete girsin diye Kur’an okumaktadır. Oysa bu kitap insanlar hayatlarına onunla nizam versinler diye gelmiştir.
Kıraat ibadetine eşlik etmesi gereken anlamı düşünme olmaksızın şekil, organizasyon ve merasimlere gösterilen bu ehemmiyet, Kur’an’ın şu ikazıyla ifade buyurmuş olduğu yanlış bir tutumdur: “Birr; iyilik, yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir…” (Bakara 2:177).
Libyalı merhum mütefekkir Sadık en-Neyhûm (Sadeq Naihoum), “Camiyi Kim Çaldı? Cuma Günü Nereye Gitti?” başlığıyla bir yazı yazmış ve Müslümanların hayatında ibadetlerin oynaması gereken önemli rolün nasıl yakılıp kül edildiğini, caminin ve namazı ikame etmenin oynadığı büyük rolün nasıl yitirildiğini anlatmıştı.[2]
Ziyaretime gelenlerle yaptığım görüşmeler esnasında Arap dilini iyi bilmeyen yabancılara ve Türkiyeli kardeşlerime çoğunlukla şunu söylüyorum: Çok rica ediyorum, ne okuduğunuzu anlamanız ve mesajı düşünüp öğrenebilmeniz için Kur’an’ı lütfen (en iyi bildiğiniz dilde) Türk dilinde okuyun. İşte o zaman yukarıda anlattığım ve keşfedilmeyi bekleyen ilkeleri, kuralları ve sonuçları anlayabilmeniz mümkün olacaktır. İşte o zaman namazlarımız başka bir anlam kazanacak, haccımız başka bir anlama kavuşacak, orucumuz başka bir anlam bulacak ve bayramımız başka bir anlam boyutuna ulaşacaktır. Bu anlayış bizi ilke ve kural, bilim ve akıl, doğruluk ve olgunluk çağına taşıyacaktır. İşte o zaman bayramlarımız gerçekten mübarek/bereketli olacak ve şu kutlama sözünü içtenlikle söyleyebileceğiz: Nice hayır dolu yıllara…
II- Cuma, Hac ve Kur’an
Her cuma günü, doğusundan batısına dünyadaki tüm Müslümanlar için kesintisiz haftalık bir ders mahiyetindedir. Cuma günü haftalık bir bayram günü olup Müslümanlar o gün tertemiz yıkanıp giyinmiş ve güzel kokular sürünmüş halde buluşur, hep birlikte Allah’ı anmak için (camiye) giderler: “Ey inanıp güvenenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah’ın Zikri’ne[3] koşun[4].” (Cuma 62:9).
Cuma namazı, İslam’ın hayatta kalmasının temel dayanaklarından birisidir. Ancak Müslümanlara hitap eden ve onları yönlendiren bizler, hâlâ yeterli bilgiye sahibi olamadık ve bir türlü bu sosyal kurumun seviyesine yükselemedik. Cuma namazı kurumu, uygun şekilde tam istifade edilebildiği takdirde Müslümanların fikrî seviyesini yükseltecek (ve onlara yüksek bir kültür kazandıracak) kudrette bir imkândır.
Zira bu haftalık ders yaz kış demeden, hiç tatil yapmadan sürüp gitmektedir. Esasen cuma namazı ebediyen devam edecek haftalık bir derstir. Madem bu kadar çok sayıda Müslüman bu mübarek dinin bu önemli dayanağını ikame etmek için toplanıyor, o halde onlara düşen Allah’ın Zikri’ne kulak vermektir. Nitekim Kur’an, (yukarıdaki talimatına) şu emri de ilave ediyor: “Alışverişi bırakın!” yani ticaret, ziraat vb. meşguliyetlerinizi arkada bırakın (ve Allah’ın mesajına dikkat kesilin).
Önceki bir makalemde ibadetlerin önemini, toplum yasaları (sünnetullah) ve ilmî bakımdan üstlendikleri rolü, rüşdü (dürüstlüğü, olgunluğu) ve ilmi yitirmelerine rağmen Müslüman varlığının ibadetler sayesinde nasıl muhafaza edildiğini anlatmıştım.
Kur’an-ı Kerim bizlere İbrahim Aleyhisselam’ın kıssasını anlatır. 4 bin yıl önce ot bile bitmeyen bir vadide İsmail ile birlikte Kâbe’yi nasıl inşa ettiklerinden bahseder: “İbrahim, İsmail ile birlikte Kâbe’nin temellerini yükseltirken şöyle yalvardılar: “Rabbimiz! Kabul buyur bizden! Yalnız Sensin tüm duaları işiten; ve gönüllerdekini bilen de yalnız Sen! “Rabbimiz! Bizi kayıtsız şartsız Sana teslim olan kimselerden eyle! Soyumuzdan da sürekli sana teslim olacak önder topluluklar var et! Bize nasıl ibadet edeceğimizi (kulluk yapacağımızı) göster ve bizi affet! Hiç şüphe yok ki Sen tevbeleri çokça kabul edensin, rahmetle muamele edensin!” (Bakara 2:127-128)…
Keza İbrahim Aleyhisselam Rabbine şöyle yakarmıştı: “Rabbimiz! İşte ben neslimden bir kısmını, ekip-biçmeye elverişsiz bir vadiye, Senin Mukaddes Beyt’inin yanına yerleştirdim. Ey Rabbimiz, (bunu) kulluklarını hakkıyla yerine getirebilsinler diye (yaptım)! Artık insanların gönüllerini onlara meylettir; onları bereketli ürünlerle rızıklandır; umulur ki onlar da (bunun) şükrünü eda ederler!” (İbrahim 37). Buradan, (İbrahim Aleyhisselam’ın) bu mekânın İslam’ın temel dayanaklarından biri haline gelen hac ibadetinin merkezi olması için de dua ettiğini anlıyoruz.
Amerikalı tarihçi Lothrop Stoddard, The New World of Islam (Yeni İslam Dünyası) isimli eserinde[5], Müslümanları (yok olmaktan) muhafaza edenin Beytullah’a (Allah’ın Evi’ne) hac ziyareti yapmaları olduğunu söyler. Ancak İbrahim Aleyhisselam, ibadetlerin tek başına yeterli olmadığını çok iyi biliyordu. Bu yüzden duasını şöyle tamamlıyordu:
“Rabbimiz! Onlar arasından kendilerine Senin mesajını okuyacak, ilâhî kelâmı ve hakikate mutabık hüküm vermeyi öğretecek ve onları arındıracak bir elçi gönder. Çünkü yalnızca Sensin her işinde mükemmel olan, her hükmünde tam isabet kaydeden de Sen.” (Bakara 2:129). Dolayısıyla İbrahim Aleyhisselam, onlara Kitab’ı öğretecek ve onları eğitip arındıracak birini yani onlara emaneti yükleyecek ve bu emaneti nasıl taşıyacaklarını öğretecek birini göndermesi için Allah’a dua etmişti.
Bir önceki makalemi, dinimizi hakikati üzere yeniden keşfedip bize öğretecek “âlimler” göndermesi için Allah’a dua ederek tamamlamıştım.
Bugünkü makalemi de “Kur’an” ile sonuçlandırmak istiyorum. Kur’an gerçekten muazzam bir kitap, muazzam özellikleri sona ermeyecek bir kitap. Her dilde ve her evde, her telefonda ve her bilgisayarda mevcut muazzam bir güç ve bedelsiz bir servet. İhtiyacımız olan tek şey, onu terk etmememiz, onu hayata müdahil kılmamızdır. İçeceklerimizi içine koymamız gereken bir kap gibi. Müslümanlar onun kelimelerini ezberliyorlar. Ancak asıl görev bu kelimeleri yeniden canlandırılmaktır.
Kur’an’ı derinlemesine tefekkür etmek, ‘Zikrullah’ın (Allah’ı anmanın, O’nun mesajına kulak vermenin) en iyi yoludur. Ama ne yazık ki biz şimdiye kadar bu kitabın sırrını keşfedemedik! Kur’an toplumu henüz ortaya çıkmadı. İşte bu sebeple çoğu zaman şunu söylüyorum: Sanki Kur’an henüz gökten inmemiş gibi! Elbette harfleri inmiştir… Ancak anlamları hâlâ aklımızda yer edinmedi. Kur’an’ın azametini ve gücünü hissetmedeki acizliğimiz devam etmekte!
Peki, o vakit ne diyelim? “İşte onlar, iman eden ve kalpleri Allah’ın Zikri (Kitabı, Vahyi) ile tatmin olan kimselerdir: Bakınız: (akleden) kalpler yalnızca Allah’ın Zikri (Kitabı, Vahyi) ile tatmin olur!” (Ra’d 13:28). Allah’ım! Bizlere (faydalı) ilim, (salih) amel ve mutmain kalpler bahşet.
Arapçadan tercüme eden: Fethi Güngör
————-
[1] Müellif burada şu ayet-i kerimeye atıf yapmaktadır: “O gün (kıyamette haşir günü) Elçimiz (Muhammed) diyecek ki: “Rabbim, benim halkım bu Kur’an’ı mehcûr (terk edilmiş) bıraktı (kendilerinden uzak tuttu, ona köhne kitap muamelesi yaptı)!” (Furkan 25:30).
[2] 1937’de Libya Bingazi’de doğan ve 1994’te İsviçre Cenevre’de vefat edip yine Bingazi’de defnedilen Neyhûm; Mısır, Almanya ve Finlandiya’da da bulundu. 60’lı yıllarda haftalık Hakikat dergisinde yazıları yayımlanan mütefekkirin on kadar kitabı basılmıştır. Atıf yapılan makale, Neyhûm’un “Esaret Altındaki İslam” isimli eserinin alt başlığını da oluşturmaktadır: es-Sâdiq en-Neyhûm, el-İslâm fi’l-Esr: Men Seriqa’l-Câmi’a we eyne Zehebe Yewmu’l-Cumu’a?, 3. Baskı, Şam 1995, 370 s.
[3] “Zikrullah: Allah’ın Zikri”; Allah’ın Kitabı’dır: “O Zikr’i (Kitab’ı) sana Biz indirdik Biz. Onu koruyacak olan da Biziz.” (Hicr 15:9). Keza, “De ki: “Delilinizi getirin. Benimle birlikte olanların zikri (vahiy, kitabı) budur. Bu, benden öncekilerin de zikridir (vahyidir, kitabıdır).” Onların çoğu, bu gerçeği bilmez de onun için yüz çevirirler.” (Enbiya 21:24). Allah’ın Zikri’ne koşmanın ilk anlamı, cuma hutbesidir. Çünkü hutbe, Allah’ın Kitabı ile ilişki kurarak bir konuyu anlatmak için okunur. Namaz da o Zikr’i öğrenmek için kılındığından Allah’ın Zikri’ne koşmanın ikinci anlamı cuma namazına gitmektir. “Ben, evet Ben Allah’ım; benden başka ilah yoktur. Sen, Bana kulluk et ve Benim zikrim (vahyim olan Kur’an’a ve tabiata koyduğum doğru bilgiye ulaşmak) için namaz kıl.” (Taha 20:14).
[4] Bu emir erkeklere mahsus olmayıp kadınlar için de geçerlidir. (Süleymaniye Vakfı Meali).
[5] Prof.Dr. Lothrop Stoddard’ın bu eseri Türkçeye de tercüme edilmiştir: İslam Âlemi 1914-1921 – I. Cihan Harbi Sonrasında Bir Medeniyet Sorgusu ve Arayışı-, Çev.: Kamil Yeşil, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2002, 349 s.
Yazar ve Çevireni tebrik ediyorum. Ayrıca, bu kadar anlamlı ve isabetli düşüncelerin gündeme getirilmesinde emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Allah Razı Olsun…