-- Diriliş Postası, Mütefekkir Ulemâdan İstifade Edebilmek

HARİKULADE TALEBİNDEN KANUNA RİAYETE İNTİKAL

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

Bu yazı, Cevdet Said’in Diriliş Postası gazetesinde
4 ve 11 Kasım 2018 tarihlerinde yayımlanan iki köşe yazısının birleştirilmesiyle oluşturulmuştur.

-I-

Kalpler Nasıl Mutmain Olur?

Suriye’de (1930’lu yılların sonunda) Kuneytıra şehrinde ilkokuldayken sınıfta yaşadığımız bir olayı hatırlıyorum. Bize tüm dersleri okutan öğretmenimiz Muhammed Ali Mastruq ders anlatıyordu. Ders sırasında korkunç bir ses duyduk. Hoca kürsüden atlayıverdi. Hepimiz çok korkmuştuk. Müslüman öğrenciler “Allâh” diyerek, Hıristiyan öğrenciler de “haç adına” diyerek bağrıştılar. Dışarı çıkıp sesin kaynağına gittiğimizde gördük ki yakındaki caminin minaresine yıldırım çarpmış, yıkılan minareden geriye sadece 4 metre kalmış.

Peki ama bu hikâyenin temiz ve mutmain kalplerle ne ilgisi var? Kalpler ne zaman yatışıp doyuma erer? İnsanoğlu yıldırımın sünnetini/kanununu keşfetti ve onu yakaladı. Tüm yüksek binaların tepesine paratonerler koydu. Böylece yıldırım çarpınca binayı yıkmasına mahal vermeden güvenli bir şekilde onu tutup toprağa gömdü. Gök gürültüsü ve şimşek gerçekten korkutucudur. Ama yasasını bilen kişi kendini güvende hisseder ve kalbi yatışır.

Allah’ın insana üflemiş olduğu ruh, ona yasaları keşfetme ve onlardan yararlanma kudreti vermiştir. Kanaatimce insana bahşedilen bu kapasite, Allah’ın; “… Sümme enşe’nâhu halqan âhar: Sonuçta onu farklı/bağımsız bir varlık olarak inşa ettik. İşte her şeyi en güzel şekilde yaratan Allah’ın şanı böyle yücedir!” (Müminun 23:14) buyurduğu husustur. Zira kendisine verilen bu kudret sayesinde insanoğlu ateş yakmayı öğrendi. Sonra toprağı işlemeyi/ziraati öğrendi. Hayvanları evcilleştirdi. Evrene yayılmış olan enerjileri kullanmaya başladı, kalplere korku salan enerjileri… Rastgele gelip çarpan, gözü alan, yakıp yıkan yıldırımı kontrol altına aldı.

Allah’ın sünnetini, maddi âlemdeki kanunlarını bildiğimizde kalplerimizin itminan derecesine yükselmiş olur. Elektriğin kanununu öğrendikten sonra ona karşı tutumumuzu değiştirdik. Tehlikenin nerede olduğunu fark ettik ve yüksek gerilim konusunda insanları uyarmak için oraya kuru kafatası resmini koyduk. Zira ona nasıl davranacağını bilmeyenler ya çarpılacak ve yanacak ya da cihaza zarar verip yangın çıkmasına yol açacaktır. Günümüzde insanlar güvenlik önlemlerini almayı çok önemsiyorlar. Çünkü herhangi bir gevşeklik, bir nimetin musibete dönüşmesine sebebiyet verebilir.

Nasıl ki elektrik enerjisi, kanunlarından habersiz olanları çarpıyor ve yakıyorsa, aynı şekilde insanlara nasıl davranacağımızın kanunlarını bilmediğimiz zaman da çarpılır ve yıkım yaşarız. Zira insan psikolojisi, kanununa uygun davrandığımızda eşi benzeri olmayan bir enerjidir. İnsan psikolojisinin kanunlarını bilmemek, yıkıma, düşmanlığa ve kan dökmeye yol açar:

“Hakkı inkâr tavrını Allah’ın nimetine yeğ tutup (bu tutumlarıyla) kavimlerinin önünde o yıkım yurdunun yolunu açan kimseleri görmüyor mu(sunuz)?” (İbrahim 14:28).

Kalpler Allah’ın Koyduğu Yasalara Riayet Ettiği Oranda Huzur Bulur

Kanununu bildiğimiz herhangi bir şeyle uğraşırken kalbimiz rahat olur. Aynı şekilde kanununu/nasıl işlediğini bildiğimiz tüm hastalıklar karşısında kalplerimize huzur girer. Aynı şekilde toplumda, siyasette, ahlakta, din alanında ve çalışma hayatında Allah’ın koyduğu yasalara ne kadar çok riayet edersek, sonuç da o kadar bereketli olacaktır.

Kur’an; “Elâ bizikrillâhi tetmainnu’l-qulûb: İşte onlar, iman eden ve kalpleri Allah’ın zikri ile tatmin olan kimselerdir. Bakınız: (akleden) kalpler yalnızca Allah’ın zikri ile tatmin olur!” (Ra’d 13:28) derken, “Allah’ın zikri”nin O’nun kanunları olduğunu anlamalıyız.

Olgu ve olaylara akıl ve yasa zihniyetiyle yaklaştığımızda kalplerimiz mutmain olur. Yasalarını bilmediğimiz yeni sorunlarla karşılaşsak bile kalplerimiz rahat olacaktır. Çünkü yasayı keşfedene kadar nazar, tefekkür, teemmül ve teddebbürümüzde (bakışımızda, düşüncemizde, derinlemesine düşüncemizde, olayın ardını görme çabamızda) akıl ve yasayla hareket etme zihniyetini sürdüreceğimiz için mutlaka sebeplerle sonuçların bağlantısını kuracağımıza inanırız. İşte o zaman “teshîr” emri gerçekleşmiş, yasasını keşfederek olayı/olguyu kontrol altına almış, takvaya ermiş oluruz. Kısacası menfaatleri (yararları) elde etmiş, zararları da defetmiş oluruz.

-II-

Harikulade Olaylar Beklemekten Vaz Geçip Kanunlara Riayet Merhalesine İntikal Edebilmek

Önceki bölümde kalpleri itminana ulaştırmanın yolunun sünnetullahı (Allah’ın yasalarını) kavramak olduğunu belirtmiştim. Bu yazımda da aynı konuyu ele almak istiyorum. Çünkü kanunlara riayet etme ya da etmeme, kanunlara veya harikulade olaylara itibar etme meselesi İslam dünyasında henüz çözülmemiş bir kriz olarak mevcudiyetini sürdürmektedir.

Bu konuya eğilmeme vesile olan kişi Pakistanlı filozof Muhammed İkbal şöyle demektedir: “Bilim öncesi dönemde doğmuş olmasına rağmen İslam, bilim çağını müjdelemiştir.” Bu söz, Rasulullah’tan (s) harikulade olaylar talep edenlere Kur’an’ın vermiş olduğu ret cevabının bir özetidir: “Anlaşılır bir şekilde okunan bu Kitab’ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? İnanıp güvenen bir topluluk için bu (zikrâ) bir ikram ve doğru bilgidir.” (Ankebût 29:51).

Bu Kur’an, harikuladelikler dünyası ile yasalar dünyası arasında bir köprü niteliğindedir. Kur’an, nebileri destekleyen harikulade (paranormal, olağanüstü, mucizevi) kıssaları tekrar ederek aktarmasına rağmen, bize onların ne kadar az işlevsel olduğunu da bildirir. Zira harikulade olaylar göstermelerine rağmen insanlar enbiyayı yalanlamışlardır.[1]

Ancak Kur’an’ın vurgulayarak üzerinde durduğu husus, nebilerin getirdiği mesajın kıymeti olmuştur: “Biz her ümmete (topluma) elçi gönderdik; Allah’a kul olsunlar ve azgınlardan uzak dursunlar diye. Onların içinden, Allah’ın yoluna kabul ettiği kimseler de oldu, sapıklığı hak etmiş olanlar da. Yeryüzünü dolaşın da o yalancıların sonunun nasıl olduğunu bir görün!” (Nahl 16:36). A’râf, Hûd ve Muminun sûrelerinde şu ayet aynı kelimelerle tekrarlanır: “Yâ qavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin ğayruh: Ey kavmim! Yalnızca Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yok!”[2] Tüm nebilerin getirmiş olduğu zamanlar ve mekânlar üstü mesaj işte budur.

Sünnetullaha Riayet ya da Olağanüstü Hâl Zihniyetine Mahkûmiyet

Yasalara itibar etme ya da olağanüstülüklere itibar etme tutumları arasında ters orantılı bir ilişki mevcuttur. Dolayısıyla yasalara dayalı bilim ilerledikçe olağanüstülüklere dayalı inançlar geriler. Yasalardan habersiz olan, sünnetullahı bilmeyen insanların ise olağanüstülüklere şartlanmış düşünme tarzı pekişir. Yasaların keşfedilmesi insanların -önceki toplumların düştüğü- hatalara düşmemesine yardımcı olur. Veya benzer bir hataya düştüklerinde kurtuluş yolunu bulmalarına yardım eder. Zira yasaları bilenler gönül huzuruna kavuşmuş bilgeler konumunda olurlar, şaşkınlık içinde bocalayan cahiller konumunda değil!

Kur’an, kendilerine göklerin kapıları açılsa bile daha iyi bir çözüm ihtimalini hesaba katmayan zihniyetten şöyle bahseder: “Ve eğer onların üzerine gökten bir kapı açmış olsaydık ve onlar da oraya yükselebilselerdi, kesinlikle derlerdi ki: “Al işte, bizim basiretimiz de bağlandı; daha da beteri (galiba) biz topyekûn büyülendik…” (Hicr 15:14-15).

Günümüz Müslümanlarının vaziyetine baktığımızda, yaşadıklarının donukluktan, aldanmışlıktan ve kaybolmuşluktan ibaret olduğunu görürüz! Doğrunun sadece kendilerinde olduğuna inanmaktadırlar. Hem nasıl böyle olmaz ki? Hakikatin yegâne temsilcisi onlardır, Kitab’ın ve sağlam Sünnet’in kesin bilgisine yalnızca onlar sahiptir! Sorun tüm sakilliğiyle ve şapı şekere karıştırmanın tüm boyutlarıyla işte bu bakış açısında ortaya çıkmaktadır!

Kendimizi ‘keler (kertenkele) deliğine girmiş halde’ buluyorsak ve öncekilerin yanlışlıklarını tekrar edip duruyorsak, onları adım adım, karış karış takip ediyorsak, onların başlarına gelen felaketlerin bizim de başımıza gelmesine şaşmamalıyız.[3] Zira yasalar değişmez. Öncekilerle sonrakiler arasında ayırım yapmaz. Yasalar kendini mümin kabul edenlere ya da laik sananlara göre de farklı işlemez… Zira yasalar sanrılara değil eylemlere tâbidir: “Ne sizin kuruntularınız ne de Ehl-i Kitab’ın kuruntuları geçerlidir! Kötülüğü kim yaparsa cezasını görür. Böylesi, kendine, ne Allah ile arasına girecek bir dost, ne de bir yardımcı bulacaktır!” (Nisa 4:123).[4]

Yasaları bilmeyenler, eylemlerinin boşa çıkmasıyla kalmaz, hiçbir şekilde huzura kavuşamayacaklarına da ikna olurlar. Endişeye mahal olmadığı durumlarda bile endişelenirler. Başlarına gelen felaketler yüzünden kafa karışıklığı yaşarlar. Bu felaketlere yaklaşımları da zan ve benzeriyle sınırlı kalır…

Yasaları bilenler ise her şeyi bir anda değiştirmeye güç yetiremiyor olsalar da kaygıyı da sükuneti de nereye koyacaklarını bilirler, şaşkınlığa düşmezler. Çabalarını değersiz görmeden ve azaltmadan, bunların anlamlı olduğunu bilerek yaptıkları işe devam ederler. Kısa bir sürede mükemmel sonuçlar elde etme yanılgısına da kapılmazlar. Yasaya uygun davrananlar harita ve pusulayla yola çıkanlar gibidirler, hiçbir bilgisi olmadan çöl yolculuğuna çıkanlar gibi değil.

Sosyal, psikolojik ve fiziksel kanunları idrak edip bunlara uygun davranmak, insanı yeryüzünde düzgünce yürümeye muvaffak kılar. Yasaları bilmeyen ve bunlara uygun davranmayanlar ise yere kapaklanır:

“Yüzüstü yere kapaklanan mı hedefe daha iyi ulaşır yoksa doğru yolda dimdik yürüyen mi?” (Mülk 67:22).

Arapçadan Çeviren: Fethi Güngör

[1] Nebilere iletilen mucize taleplerinin Rabbimiz tarafından menfi cevaplandığına örnek olarak şu iki âyeti hatırlatmamız yeterli olacaktır: “Yoksa size gelen Elçi’ye, daha önce Musa’dan istenene benzer bir istekle mi gitmek istiyorsunuz?  Kim kâfir olmayı mümin olmaya tercih ederse düz yoldan çıkmış olur.” (Bakara 2:18). “Kitap ehli ister ki onlara gökten bir kitap indiresin. Musa’dan daha büyüğünü istemişler ve “Allah’ı bize açıkça göstersene!” demişlerdi de zalimliklerinden ötürü onları yıldırımlar çarpmıştı.” (Nisa 4:153). (Çeviren).

[2] Bu hakikat, benzer ibarelerle birlikte Kur’an-ı Kerim’de 14 ayrı âyet-i kerimede farklı vurgularla tekrarlanmaktadır. (Çeviren).

[3] Müellif bu sözleriyle şu iki hadise atıf yapmaktadır: “Bir hadisinde Hz. Peygamber, “Ümmetim, kendilerinden önceki(ümmet)lerin yolundan karış karış, arşın arşın gidinceye kadar kıyamet kopmaz.” buyurmuştu. Bunun üzerine, “Ey Allah’ın Resûlü, Farslar ve Bizanslılar gibi mi?” diye sorulunca, “Onlardan başka kim olabilir?” buyurmuştur.” (Buhârî 7319, İ’tisâm 14). Ebû Saîd el-Hudrî’nin naklettiği başka bir hadiste de Peygamberimiz (sav), “Muhakkak siz, önceki ümmetlerin âdetlerini karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Hatta onlar bir keler (kertenkele) deliğine girmiş olsalar siz de onları takip edeceksiniz.” buyurmuş, Yahudi ve Hıristiyanları mı kastettiğin soran oradaki sahâbileler, “Başka kim olabilir?” cevabını vermişti. (Buhârî 7320, İ’tisâm 14). https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/?p=kitap&h=kertenkele&i=6.1.141&t=0, 10.11.2018. (Çeviren).

[4] Kuruntular üzerine düşünce etmek isteyen beyhude girişimlerin reddedildiği bir başka örnek âyet için bakınız: “(Yahudiler) ‘Yahudi olandan başkası’ veya (Hristiyanlar) ‘Hristiyan olandan başkası Cennet’e giremez’ dediler. (Tilke emâniyyuhum): Bu onların kuruntusudur. De ki: “Eğer doğru söylüyorsanız delilinizi getirin!” (Bakara 2:111). (Çeviren).

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
İSLAM DÜŞÜNCESİNİ DOĞRU ANLAMAK
OSMANLI’NIN ÇÖKÜŞ SEBEPLERİNDEN DERS ALMAK

Yorum yap

Yorum

  1. Harika bir yazı…
    Ayakları yere basan, kurtarıcı, mucize, gizem… den uzak ‘Tanrı ve din’ tasavvuru!
    ‘Allah’ın eşyaya koyduğu yasayı bilen gereksiz kaygı ve korkudan emin olur.’
    Keyifle okudum; bulunduğu (yetiştiği) coğrafya, yaşı… göz önüne alındığında ufku ve vizyonu gerçekten bende hayranlık uyandırdı…