Varlık âleminde müstesna bir konuma sahip insanoğluna bahşedilen vahiy, akıl, irade gibi büyük ölçekli nimetlerden başlayarak sosyal ağlardan doğal kaynaklara kadar sayısız nimetler hoyratça tüketilmektedir. İnsanların özbenliğini ve ömrünü budalaca tüketmekten kaçınmadığı böylesine savurgan bir çağda israfın mahiyetine, boyutlarına ve tahrip gücüne dikkat çekip insanlık sorumluluğumuzu kuşanma konusunda farkındalık oluşturmak maksadıyla israf konusunu daha sık gündemimize taşımamız icap etmektedir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“(Helâlinden) yiyiniz ve içiniz ama israf etmeyiniz! Zira Allah müsrifleri sevmez!” (A’râf 7:31).
“Rahman’ın o iyi kulları, harcamalarında ne israfa düşerler ne de cimrilik yaparlar; bu ikisinin arasında dengeli bir tutumu benimserler.” (Furkan 25:67).
Savurganlıkla Pintilik Arasında Dengeli Bir Tutum Benimsemek
Gerçek, meşrû ve mâkul olanın dışına çıkma, itidalden sapma anlamında kullandığımız ‘isrâf’ kavramı Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde şöyle tanımlanır:
“Arap dilinde “haddi aşma, hata, cehalet, gaflet” gibi anlamlara gelen ‘seref’ kökünden türetilmiş olup inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşrû olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder. İsrafçı kişiye ‘müsrif’ denir. Gazzâlî’nin açıklamalarına göre dinin, âdetlerin ve insanlığın gerekli kıldığı yerlere gerekli gördüğü ölçüde harcamak cömertlik, bu ölçülerin altına düşmek cimrilik, bunların üstünde harcamada bulunmak ise israftır. Taberî, İsrâ Sûresi’nin 27. âyeti münasebetiyle ‘tebzîr’i “Allah’ın verdiği malı isyan sayılan yerlere harcamak” şeklinde açıklamıştır. Mâverdî de israfı harcamanın niceliği, tebzîri ise niteliğiyle ilgili görür. Buna göre doğru yerlere de olsa haddinden fazla harcamak israf, miktarı ne olursa olsun yanlış yerlere harcamada bulunmak ise ‘tebzîr’dir.
Maddî ve manevi imkânları Allah’ın insanlara bağışladığı birer emanet sayan İslâm dini, bunları Allah’ın rızasını kazanmaya ve insanlara mutluluk getirmeye elverişli yerlerde kullanmayı emreder. İçki, kumar, fuhuş, rüşvet gibi içtimaî ve ferdî zararlar doğuran hususlarda yapılan harcamaların açık hükümlerle yasaklanması yanında insanların tutkularını kamçılayan, toplumda kıskançlık doğuran gösteriş tüketiminin yasaklanması veya hoş karşılanmaması da aynı gerekçelere dayanmaktadır. Dinen haram kılınan maddelerle lüks sayılanların tüketimi israf olduğu gibi helâl kabul edilen maddelerin günün icaplarına göre ihtiyaçtan fazla tüketimi de haram veya mekruh sayılmıştır.
Esasen genel olarak tutumluluk ve itidal İslâm’ın ibadetlerde bile öğütlediği temel bir ilkedir. Nitekim sorumluluklarını ihmal edecek derecede ibadete dalmak, camilerin aşırı biçimde süslenmesi, kabirlere lüzumundan fazla harcama yapılması vb. ölçüsüzlükler uygun görülmemiştir.
Günümüzde özellikle beşerî ve maddî kaynak ve imkânların kullanımındaki savurganlığı ifade eden israfın kapsamının belirlenmesinde inanç, örf âdet, tutum, tercih ve alışkanlıkların rolü vardır. İsrafı belirleyen kıstas dinî, millî, içtimaî, ailevî, meslekî temel rollerin hakkıyla ifası için ruhen, aklen ve bedenen ihtiyaç duyulan şeylerin tatminine yönelik kaynak istihdamı ve harcamalarda din, akıl ve örfün belirlediği sınırın aşılması olarak düşünülebilir.
İslâmî anlayışa göre beşerî ihtiyaçlar sınırlıdır; arzu ve ihtiraslar ise sınırsız olup salt nefsanî arzuların tatmini için yapılan aşırı tüketim israftır. İsraf yasağı temeli üzerinde oluşan İslâmî üretim tarzı vatandaşların gıda, barınak, giyecek, eğitim, sağlık, güvenlik, ulaşım, haberleşme gibi ihtiyaçlarını karşılamayı hedefler. Üretimi yönlendiren şey fert ve kamu yararıyla kayıtlı olan tüketimdir. İslâm’da hedef insanın kemâlidir; buna ise tüketmekle değil daha erdemli olmakla ulaşılır; erdemle tasarruf arasında olumlu bir ilişki bulunduğu muhakkaktır.” (1).
Kur’an’ın ve Nebevi Sünnetin İsraftan Sakındıran Uyarılarına Kulak Asmak
‘S-r-f’ kökünden türemiş kelimeler Kur’an-ı Kerim’de 23 yerde geçmekte olup şu üç anlam alanında kullanılmıştır:
“Aşırı gitmek ve haddi aşmak, boşa harcamak ve saçıp savurmak, haram.” (2).
Kur’an’da müsrif terimi “kendini heder eden; sadece bedensel dürtülerine bağlı kalıp ahlaki endişe ve yükümlülüklerden uzak kalan ve böylece ruhsal yetilerini boşa harcayan kişi” anlamında kullanılmıştır. Müsriflerle ilgili “Kendi güçlerini boşa harcayanlara, yapıp ettikleri işte böyle güzel görünür.” (Yunus 10:12) ayeti, hayat boyunca “kendilerini, kendilerine verilen güç ve yetileri boşa harcayanlar”ın düşüncesiz rahatlıklarını ve budalaca kendilerinden hoşnutluklarını dile getirmektedir.” (3).
Hicrî 1439 yılı ramazan ayında ana tema olarak israfı seçen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu vesileyle ikinci baskısını yayımladığı “İsraf: Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmek” (4) isimli eserde israf, on dört bölüm yazarı tarafından farklı boyutlarıyla ele alınmış olup birkaç pasajı iktibas etmeyi lüzumlu buluyorum:
“Bugün hem bireysel hem de küresel boyutta çok temel bir kriz ve ahlak sorunu hâline gelen israf; sadece eşya ile sınırlı olmayıp zaman, ömür ve hülasa bütün nimetler konusunda haddi aşmayı ifade eden bir realite olarak karşımızda durmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) konunun uhrevi boyutuna vurgu yapan; “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme 1) hadisiyle, insanın yeryüzü serüveninde dikkat etmesi gereken öncelikli değerlere işaret etmektedir.” (Prof.Dr. Ali Erbaş, s.7-10).
Kamu Kaynaklarını İsraf Etme Vebalinden Kaçınmak
“Milletler, ferdî israf sebebiyle olmasa bile kamu sektöründeki israf ve kötü yönetim yüzünden yoksullaşabilir. Bundan dolayı devlet gelirleri lüks kamu harcamaları, aşırı kadrolaşma veya karşılıksız yüksek ücretlerle israf edilmemelidir. Tasarruflar, müsriflerin lüks tüketim mallarına duydukları isteğin tatminine harcanır ve sermaye miktarını arttırmak için kullanılmazsa iktisadî gelişmeyi engeller. Çünkü sermaye tasarrufla artar, israf ve kötü kullanımla da azalır. Ülke gelirinin önemli bir kısmı üretken olmayan kesimlere tahsis edilirse gerçek üreticilerin geçimi zorlaşır. İnsan, elindeki her türlü imkânı meşruiyet sınırları içinde kullanmakla sorumludur.” (1).
“İsrafın en az önemsenen fakat yansımaları itibariyle en zararlı olanı kamuda yani devlet işlerinde, kaynaklarında ve mallarında yapılanıdır. Bu israf türü bazen Müslümanların yönetim işlerini emanet olarak omuzlarına alan devlet yetkilileri eliyle bazen de yönetilen bireyler eliyle yapılmaktadır.
Öncelikle kamu görevlerine layık ve ehil olmayanların getirilmesi bu alandaki israfın ilk adımıdır. “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor…” (Nisa 4:58) buyruğu ile “İş ehil olmayana verilince kıyameti bekle!” (Buhârî, İlim 2) ikazı, kamu görevlendirmelerinde ne kadar hassas olunması gerektiğini ortaya koymaktadır. Ehliyet ve liyakate göre değil de bir tür yakınlık veya çıkar ortaklığına dayalı görevlendirmeler yapılırsa bunun hem hizmet kalitesinde azalmaya hem kamu kaynaklarının verimsiz harcanmasına hem de gerçek hak sahiplerinin hakkının gasp edilmesine sebep olması gibi istenmeyen sonuçları olacaktır. Bu sonuçların her birinin farklı anlamlarda israf olduğu da ortadadır.
Kamu yatırımlarının planlanması ve harcamalarının yapılmasında gerçek ihtiyaç ölçütünün göz ardı edilip kısa vadeli sübjektif çıkarların ya da siyasî hesapların belirleyici olmasının da israf kapsamına gireceği bir gerçektir. Kamu yöneticilerin- den bu yönde haksız taleplerde bulunmak da söz konusu is- raf vebalinin altına girmek olacaktır. “Devletin malı deniz…” anlayışının ne din ne akıl ne de vicdan bakımından bir izahı yapılabilir. Hz. Peygamber’in şu beyanları bu noktada hem yöneticiler hem memurlar hem de yönetilenlerce daima göz önünde bulundurulmalıdır (Prof.Dr. Ahmet Yaman, s.13-26):
“Kamu görevleri birer emanettir. Layık olduğu için onu alan ve gereğini hakkıyla yerine getirenler dışında bu görevler kıyamet gününde rezillik ve pişmanlık doğuracaktır.” (Müslim, İmâre 16).
“Allah Teâlâ bir kimseyi Müslümanların başına idareci yapar da o kişi Müslümanların ihtiyaç, talep ve yoksunluklarıyla ilgilenmezse Allah Teâlâ da kıyamet gününde onun ihtiyaç, talep ve yoksunluğuyla ilgilenmez.” (Ebû Dâvûd, Harâc 12). (4).
İnsani Erdemlerden Soyutlanıp Tüketim Beygirine Dönüşmemek
“Tüketimin önü alınmaz bir çılgınlığa dönüşmesinin iki önemli göstergesi var. Birincisi, tüketen toplumun hayatındaki dengesizlik, ikincisi de üreticilerin ucuz iş gücünü sağlayabilmek için başvurduğu yöntemler. İnsanlar, o kadar çok şey alıyorlar ki bu istifçiliğe dönüşüyor. Bu sefer bu eşyaları sığdıracak yer bulamıyor ve sonunda aldıkları eşyaların hizmetçisi durumuna düşüyorlar. Evler daralıyor. Onca eşyanın içinden kullanacakları şeyleri seçmek bile stres sebebi oluyor. Yaşam alanlarını hafifletme ihtiyacı duymaya başlıyorlar. Yeteri kadar aldıklarında arzuların sınırsız, imkânların ve zamanın ise sınırlı olduğunu fark ediyorlar.
Tüketim çılgınlığının ikinci göstergesi daha can sıkıcı: üreticilerin ucuz iş gücü sağlamak için kullandığı yöntemler. Önceden sınırlı sayıda alabildiğimiz ürünlerin şimdi nasıl bu kadar ucuz olduğunu hiç düşündünüz mü? Tekstil sektörünü ele alalım. Her bütçeye uygun sınırsız ürünün var olduğu bu sektör, dünyada en çok paranın döndüğü alan. “Bedava” diye nitelendirdiğimiz ucuzlukta ürünlere ulaşabiliyoruz. Bu çok ucuz giysilerin bedelini kim ödüyor sizce? Elinize aldığınız bir ürün, Avrupa ya da Amerika’dan ithal edilmiş oluyor; fakat üretim yeri olarak gösterilen yerler üçüncü dünya ülkeleri. Gelişmiş ülkeler, kendi topraklarında tekstil üretimini en az seviyeye indirmiş durumda. Çünkü üretimde kullanılan kimyasallar, işçileri sağlığından ediyor. Üretim esnasında oluşan atıklar, doğaya zarar veriyor. Hindistan, Pakistan vb. üçüncü dünya ülkeleri, karın tokluğuna çalışan işçilerle dolu. Ve bu işçilerin çoğu, mesleklerinden dolayı, ölümcül hastalıklara yakalanıyorlar. Bu giysilerin üretimi esnasında doğaya verilen zarar ise cabası.” (Hilal Ceylan Köksal, s.139-147). (4).
İsrafa düşüp dengeyi ve ölçüyü kaybetmemek için farkındalık oluşturmak maksadıyla hazırladığımız bu ikinci yazımızı, bize sayısız nimetler bahşeden Allah Teâlâ’nın şu iki ağır ihtarıyla noktalayalım:
“… Sonra o Gün, (dünyadayken) size verilmiş olan her nimetten elbette sorguya çekileceksiniz!” (Tekâsür 102:8).
“Doğrusu, saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir! Şeytan ise Rabbine karşı çok büyük nankörlük etmiştir.” (İsra 17:27).
Kaynaklar:
- Cengiz Kallek; “İsraf” Maddesi, TDVİA, Ankara 2001, c.23, s.178-180.
- Mehmet Okuyan; Kur’an Sözlüğü, Düşün Yay., İstanbul 2015, s.423-425.
- Muhammed Esed; Kur’an Kavramları, İşaret Yay., İstanbul 2016, s.158-159.
- Elif Erdem ve Hale Şahin (Ed.); İsraf: Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmek, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2. Baskı, Mayıs 2018, Ankara, 174 s.
Fethi hocam bir kez daha okudum ve istifade ettim. İsrafın eşyanın tabiatını bozması, kaynak israfı, çevremize zararlarına da değinilebilirmiydi diye düşündüm.
Fethi Hocam emeğiniz için ve israf konusu hakkında teorik bilginin özetini bize sunduğun için teşekkürler.Bir makalede teoriden ayrı aile bünyesinde israftan nasıl kaçınabileceğimiz üzerine pratik günlük yanlışlarımız ve düzeltme yönünde neler yapabileceğimizi bu konudaki varsa başarılı deneyimleri bir araya getirip farkındalığı arttırmak üzere yazılması faydalı olur.Rabbim bu konuda iyi davranış yolunu tutanlardan kılsın hepimizi.Vesselam.