“Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez. Ve Allah (hak eden) bir toplumu cezalandırmayı murad ettiği zaman, onu engellemek mümkün olmaz; O’ndan başka sığınacak bir merci de bulamazlar.” (Ra’d 13:11)
Geçen hafta sömürgeciliğin çeşitleri, psiko-sosyal açıdan sömürgeleşmeye elverişli olmak (colonisabilité; el-kâbiliyye li’l-isti’mâr; sömürülebilirlik), aşağılık ya da iftihar duyma kompleksine kapılmak, sömürgecilere karşı isabetli bir tavır belirleyememek, fikir darlığından ve dağınıklığından kurtulamamak gibi temel problemlere ilişkin büyük mütefekkir Mâlik Bin Nebî’nin tahlillerini özetlemiştik.
Bu hafta, Müslümanların özellikle son iki yüzyılda maruz kaldığı problemlerle başa çıkabilmesi için üstad Bin Nebî’nin çözüm önerilerini, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam felsefesi hocası Tamer Yıldırım’ın akademik bir makalesinden özetle iktibas ederek ve uygun ara başlıklar ekleyerek paylaşıyoruz.
‘Sömürülebilir’ Olmaktan Kurtulmak İçin İlk Şart: Değişebilmek
Bin Nebî’ye göre, sömürgeleştirilmeye müsait kalındığı sürece sömürgeleştirilmekten kurtulmak mümkün değildir.
“Bin Nebî’ye göre Kur’an, imanın ışığından daha çok aklın ışığında yakından incelenmesi gereken bir bio-historik formül vazetmiştir:
‘Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.‛ (Ra’d, 13/11). Bu ilahi yasa insanın istemesi halinde düşünce, davranış, gelenek ve değerlere ilişkin olumsuzlukları giderip olumlulukları kolaylaştıracak bir irade özgürlüğü sağlayacağı şeklinde yorumlanır. Bin Nebî, Müslümanların gerilemesiyle ilgili olarak Batı’nın ve sömürgecilerin değerlendirmelerine katılmamış, Müslümanların gerilemesinin dıştan değil içten geldiğini ve bunun psikolojik bir yenilgiyi içerdiğini Ra’d Sûresi’nin 11. âyeti ile açıklamıştır (1979:27-28).
Bu bağlamda sömürge dönemini yaşamış İslam dünyasının farklı bölgelerinde yeni bir zihniyet oluşturmak için yeni bir İslam tasavvuru geliştirmek isteyen aydınlar, Kur’an’a, sünnete ve topyekûn geleneğe farklı bir yaklaşım sergileme gereği duymuşlardır. Çünkü hem sömürgeleştirilmeye müsait kalmak hem de sömürgeleşmekten kurtulmak mümkün değildir. Bu mesele ancak toplumun tamamının kökten değişmesi, herkesin uygun bir şekilde toplumsal vazifesine adapte olması ve manevi bir liyakat seviyesine çıkması ile mümkündür. Böyle bir toplumun oluşması için bir dönüşümün yaşanması, bunun için de önce toplumu oluşturacak kişilerin düşüncelerinin değişmesi gerekir. Ancak bu şekilde sömürgeleştirilmeye müsait olmaktan kurtulmak mümkün olabilir. Zira sosyal yapı değiştiğinde idari yapı da buna bağlı olarak değişecektir.” (Yıldırım, 2011:39).
Kalıcı Çözüm İçin Öncelikle İsabetli Bir Teşhis Koyabilmek
Bin Nebî’ye göre, toplumsal dönüşümün yaşanması için önce toplumu oluşturan kişilerin düşüncelerinin değişmesi gerekir.
“Peki, sorunun çözümü nedir? Aslında bu soru başka bir sorunun cevabında gizlidir: Müslümanlar niçin sömürüye açık bir hale gelmiştir? Bin Nebî bunu Müslüman toplumların hâlihazırda ana modellerine, yani kurucu dönemin belirleyici unsurlarına ihanet etmelerine bağlamıştır. Bu, Müslümanlara İslam’a sarıldıkları için değil, ondan uzaklaştıkları için, İslam tarafından verilen bir cezadır (1971:76). Bundan kurtulmanın yolu da tekrar onları harekete geçiren güçle/ruhla ve bunu elde etmelerini sağlayacak eğitim ile olanaklı hale getirilebilir. Bin Nebî bu güç/ruh kaynağını, kesin bir dille Kur’an olarak belirtir. Çünkü Müslümanların medeniyet kurmasını sağlayan şey Kur’an’dı ve Kur’an’ın etkisi azaldıkça İslam dünyası duraklamıştır (1986:42).
Din, ahlak ve sosyal yönüyle medeniyetin kurulmasına katkıda bulunur. Bu anlamda sorun bir zihniyet değişimidir ve değişimin psikolojik unsurları göz ardı edildiğinde çözüme ulaşmak mümkün olmayacaktır. Sömürge edilebilir durumdaysak mutlaka sömürge hâline getirileceğizdir. Sömürge edilebilir durumdan yakamızı kurtardığımız an sömürge olmaktan kurtulmuşuz demektir. Çünkü belirttiğimiz gibi sömürgeleştirilme, dış faktörlerden daha ziyade iç faktörlerle ilişkilidir. Dolayısıyla dış faktörlere karşı eğitsel yöntemlerle bir insan kişiliği oluşturulmalıdır. Devamında ruhsal ve sosyal değişim gelecektir. Bin Nebî’nin düşüncesinde insan temel unsur olduğundan böyle bir dönüşümde önemli olan fikirlerden ziyade bireylerin bizatihi kendileridir.” (Yıldırım, 2011:42).
Eğitim Sistemini İslam’ın Asli Kaynağına Dayandırabilmek
Bin Nebî, Batı’nın ayak izlerini takip etmenin ve çözüm için onların modelini taklit etmenin yanıltıcı bir fikir olduğunu belirtir.
“Eğitim, sömürülebilir olmayı aşmak için Bin Nebî’nin özellikle ele aldığı bir konudur ve Kur’an ile yakından ilişkilidir. Çünkü eğitim denilince Kur’an eğitimi üzerinde özellikle durulur. Kur’an eğitimiyle kastedilen ise İslam dininin, asli formlarından hareketle öğretilmesidir. Sömürgeciler toplumun moralini ve sıhhatini kazandıracak tek ve en ulvi kaynağın din olduğunu bildiğinden, sömürge bölgelerinde Kur’an eğitimi veren kurumların açılmasını zorlaştırmış, buralarda çalışacak imam ve müftü tayinlerini kendi menfaatine göre ayarlamıştır (1986:116). Bu durum farklı ülkelerde değişik şekillerde uygulanmıştır.
Bin Nebî’nin Kur’an Fenomeni adlı eseri 1963’te sömürgeden kurtulmuş Cezayir’e döndüğünde ülkesinin hafızasını canlandırmak için açılan eğitim kurumlarında yeniden oluşturularak ortaya çıkmıştır. Bu eserini, o zamanlar sömürgecilerin propagandaları altındaki Müslümanlara bir el kitabı olarak takdim etmiştir. O dönemde Abdulhamid Bin Badis hem dillerini hem de dinlerini korumaya hizmet etmesi için Cezayirli Ulema Birliği’ni kurmuştur. Bin Nebî, Cezayir’in Arap-Müslüman kimliğinin korunmasında hayati bir rol oynayan bu Birliğin üyelerini takdir etmiş, onların Cezayir düşünce yapısının oluşmasında ve ülkedeki kültür önderlerinin hazırlanmasında büyük etki sahibi olduklarını belirtmiştir.” (Yıldırım, 2011:43).
Batı Odaklı Ölü Fikirlerden Kurtulabilmek
Bin Nebî’ye göre, Müslümanların medeniyet kurmasını sağlayan unsur Kur’an’dı. Onun hayattaki etkisi azaldıkça İslam dünyası duraklamıştır.
“Yerli eğitim kurumlarının karşısında, zihin değişikliğini beraberinde getiren sömürgeci okulları vardı. ‘Sömürülebilirlik’ denilen şeyin kaynağında bir yönüyle bu okullar, bir diğer yönüyle de yurt dışında eğitim gören ve kendi kültürüne yabancılaşan yönetici elit ve entelektüeller bulunmaktaydı. Kendi kültür ve tarihine yabancılaşan bu kişiler, Batı’nın Doğu’ya ilişkin değer ölçülerini ve bakış açısını benimsemekteydi. Bu, bir anlamda zihinlerin sömürgeleşmesidir. Buna‚ ‘oryantalizmin içselleşmesi‛ de denilebilir. Kendi varlıklarından sıyrılıp Batılı gibi olma gayretindeki bu elitler için, İslam, artık Batı’nın gözündeki İslam’dır.
Fakat Batı’yı yakından tanıyan Bin Nebî’ye göre bu tür fikirler ölü fikirlerdir ve sömürge ülkelerdeki trajedinin, yani sömürüye yatkınlığın bir yönünü ifade eder. İslam dünyasındaki düşünürlerin büyük bir kısmının düşüncesine karşı olarak Bin Nebî, Batı’nın ayak izlerini takip etmenin ve çözüm için onların modelini taklit etmenin Müslümanların problemlerini çözmeyeceğini, böyle bir fikrin yanıltıcı olduğunu açıkça belirtmiştir. İlginç olan şudur ki, ölü fikir olarak adlandırılan düşüncelerin büyük bir kısmı İslam coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla olayın gerçek sorumlusu aslında Batı kültürü değil, insanları bu fikirleri seçmeye iten süreç, yani yanlış fikrî yönelimlerdir.
Ölü fikirlerden ve yanlış fikrî yönelimlerden kurtulabilmek için değişim ve yeniden yapılanma ilkeleri üzerinde toplumsal bir eğitim uygulanmalıdır. Fakat bu da ancak Batı’dan aldığımız ahlakı çözücü unsurların bertaraf edilmesiyle gerçekleşebilir.” (Yıldırım, 2011:44).
Batı’yı ‘Ötekilerin Dünyası’nı Kabul Etmeye ve Onlara Saygı Göstermeye İkna Edebilmek
“Avrupalı, İslam dünyasını medenileştirmeye değil sömürgeleştirmeye gelmiş ve İslam dünyası ile münasebetlerinde Hıristiyan ruhu her şeyden çok bir sömürgeci ruhu şeklinde tezahür etmiştir. Avrupa kültürü bir medeniyet eseri değil Avrupa emperyalizmi ve hâkim ırk anlayışının şekil değiştirmiş hali olmuş ve kendi dışındaki insanlığı bir yükselme basamağı olarak görmüştür.
Bundan dolayı Bin Nebî sömürgecilik fikrinin çözümünü özellikle Avrupa’nın ‘ötekilerin dünyasını’ kabul etmesinde ve onlara saygı göstermesinde bulmuştur. Sonuçta sömürgecilik İslam dünyasında iki hareket meydana getirmiştir (1986:63-73): İslami şuura bağlı reformcu hareket ve kaynağı Avrupa olan yeni bir sosyal çığırdan mülhem modernist hareket. Her iki hareket de tam teessüs edememiştir. Zira her ikisi de ana kaynaklarına ulaşamamıştır. Şöyle ki; reformcular İslam düşüncesinin köklerine inememiş, modernistler de Batı düşüncesinin temellerine ulaşamamıştır.
Bin Nebî, özellikle modernist hareket taraftarı olanların medeniyetinin sömürge için yeteri kadarını getiren Avrupa’nın yerli mektepleri dediği kültür bagajlarıyla oluşmasında etkili güç oluşturduğunu ve medreselerin önceyle bağları kesmeye çalışırken bu yeni okulların Batı’yla teması sağladığını belirtir. Fakat bu İslam dünyasının menfaatini sağlamamıştır…” (Yıldırım, 2011:45).
Kültürel Sömürgecilikten Kurtulmanın Yolu Kendi Fikriyatımızı Üretmek
“Fakat Batı’nın bu faaliyetleri Müslümanların uyanmasını da beraberinde getirmiştir. Yani sömürgecilik Müslüman toplumlarda nesnel olarak arkaizmin etkenlerini güçlendirmiştir. Çünkü Avrupa’nın varlığı sömürge çıkarları açısından can alıcı sektörlerde ayrımcı bir modernleşmeyi teşvik etmekle birlikte İslam ülkelerinde çoğunlukla ekonomik ve sosyo-kültürel gerilemeleri doğuran etken olmuştur. Bunun kökeninde sömürgeciliğin Müslümanlar tarafından haçlı seferleri olarak algılanması yattığından, farklı savunma tepkilerine sebep olmuştur.
Bazıları sömürgeciliğe karşı cihadı savunurken bazıları esas olarak İslam’ın ahlaki ve ruhi açıdan yeniden canlanması üzerinde durmuştur. Müslümanlar bu Avrupa’ya karşı oluş sürecinde olayların akışının etkisiyle kendilerini sosyo-kültürel bir değişim içinde bulmuşlar ve bu noktada modernleşmeci evrim yanlıları ile klasik normları ve değerleri savunanlar arasında bir gerginlik başlamıştır. Görünüşte de sömürgeciliğin İslam ülkelerinde sona erişi, az-gelişmişlik olarak adlandırılan sorunun çözümünü beraberinde getirmemiştir. Çünkü yeni yönetimlerin çoğu kültürel yeni bir sömürgeciliğin altına girmiştir.” (Yıldırım, 2011:46).
Sonuç olarak; Mâlik Bin Nebî, durumumuzu değiştirmek için reddedici veya teslimiyetçi bir tavrın fayda sağlamayacağını bize göstermeye çalışmıştır. Batı’dan ödünç alınan fikirleri kabul etmemiş ve Müslümanların iç güvenlerini kazanmaları gerektiğini ve sosyal ve kültürel açıdan kendi fikirlerini üretme ve geliştirmede cesur olmaları gerektiğini savunmuştur. Bu fikirleriyle Bin Nebî, modern dönemde değerleri özellikle Batı kaynaklı etkiler altında donan/yozlaşan Müslümanlara, dinleri yolunda çalışmanın ve yeni bir kültür ve medeniyet inşa etmenin yolunu ve bunun şevkini sağlayacak temelleri sunmak için çabalamış, bu hedefin gerçekleşmesinin yolunun özgür beyinler ve ruhlarla olabileceğini göstermiştir.” (Yıldırım, 2011:51).
Kaynakça
- Bin Nebî, Mâlik. (1971). Muşkiletu’l-Efkâr fi’l Âlemi’l İslâmî. Kâhire.
- Bin Nebî, Mâlik. (1979). Şurûtu’n-Nahda, Arapça’ya çev. Umar Kâmil Sekavî ve Abdussabûr Şâhin, Dımaşk: Dâru’l-Fikr.
- Bin Nebî, Mâlik. (1986). Vichetu’l-Âlemi’l-İslamî. Arapça’ya çev. Abdussabûr Şâhin,
basım, Dımaşk: Dâru’l-Fikr. - Yıldırım, Tamer. (2011). “Malik Bin Nebi’de Sömürülebilirlik Olgusu”. Milel ve Nihal,
Sayı: 8 (2), s.33-52.
Pakistan, Hindistan gibi sömürge olmadığından hareketle asırlardır hür olduğunu sanan; fakat ne yazık ki kendi kendisini gönüllü olarak sömürgeleştirdiğinin bilincinde olmayan tek örnek ülkemiz. Galiba en zoru da bu Postmodern sömürgecilikle başetmek. Zira sokakta görünen düşmanla mücadele daha kolay, zihni bir aşağılık kompleksi ile mücadele çok zor. Zihni aşağılık kompleksinden kurtulmak için sosyal-siyasal-bilim ve harp tarihimizi çocuklara/millete tam öğretmekten başka çare yok. Robotik biliminin kurucusu el-cezeri’den, kimya ilminin temelini atan el-cabir’den, sosyoloji denince ibn-haldun’dan, 1900’lerin başında uçak yapan vecihi hürkuş’tan haberi yoksa bir bireyin/hocanın, yeni bir medeniyet inşa etmemiz için daha çok bekleyeceğiz demektir. Önce sömürge aşağılık kompleksini yok etmek lazım vesselam.
Aklıma birkaç soru geldi muhterem hocam. Paylaşmak isterim: Müslümanların sömürüye açık bir hale gelmesinde, sünnetullaha ters olan ve fakat inanç sistemimize bir şekilde sokulmuş olağanüstü kurtarıcıyı (Mehdi) bekleme olgusunun rolü nedir acaba? Böyle süper bir kahramanı bekleyen bir ümmet sömürülebilirliğe kapı aralamaz mı?
İslam dünyasının en büyük sorunu üç asırdır çağa uygun gelişim sağlayacak, durağanlıktan kurtularak toplumu geliştirecek bir fikri atılım yapamamasıdır. Batı, kendi değerlerini alt-üst etme pahasına insanlığın pek de hayrına olmayan yeni fikirlerle reform ve rönesanslarını gerçekleştirdi ve Fransız ihtilalıyla ulus devletçiliği bütün dünyaya hakim kılmaya çalıştı. Batıdaki bu fikri gelişmeler statükoyla sabit fikirlilikle durağanlaşmış İslam dünyasını da derinden etkiledi. Müslümanlar bu yıkıcı etkiyi önlemek için bir takım fikirler geliştirmeye çalıştılar ama maalesef bunun önüne geçemediler. Müslümanların Batının sömürgesine girmesinin en büyük sebebi ilk önce fikri teslimiyettir. Batının İslam ülkelerini işgali bundan sonra başlamıştır. Bizim Batı hayranlığımız Batıyı taklidimizi doğurmuştur. Bu taklitle özbenliğimizi kaybettik, her şeyi Batıdan bekler olduk. Bu girdaptan kurtulmanın yolu Malik Bin Nebi’ye kulak vermekten geçer. O bize onlarca yıl önce yangını haber verdi. Yangını söndürmek için biz hala ne itfaiye teşkilatı kurduk ne de yangının farkına vardık. Fethi Hocam bu makalenizle konuya dikkat çektiğiniz için teşekkür ederim. Evet katılıyorum İslam aleminin kurutuluşu çağın üstünde yeni bir fikri atılımdan geçer. Bunu yaparken bir takım değerlere hoyratça saldırarak kendimize yeni bir ekol kurmanın peşinde olmadan, Müslümanları incitmeden, tarihten gelen müesses İslamı yıkmaya kalkışmadan kendi içinde yeni fikirlerle neşvü nema bulabilmek gerekir.
Öncelikle emekleriniz için müteşekkirim hocam. Soruyu soranlar gündemleri ve gelecekleri yönetebilme kapılarını açarlar desek yanlış olur mu? Sömürgeciler dendiğinde akla gelen hep batı dünyası olmuştur! Zira batı soru sormuş ve doğu diye temsilen öne çıkan müslümanlar olarak top yekün cevap aramak ve üretmek ile meşgul olmuşuz! Soru sahipleri sömürenler olurken, (zaten varlıkları üzerine böylesi ahlaksız bir kabulleri var) ahlaki temellerden yoksun batı dünyasının sorularını muhatap alıp cevap arayan dünya sömürülenlerden olagelmiştir! Ve toplumların geneli zihinsel dönüşüme nasıl ulaşabilir ve de mümkün mü diye bir soru anlamlı olsa gerek! zira halkların mezhebi müftülerin mezhebidir!
Çok fazla “Batı” ve “biz” vurgusu var. Bu derece sınıflama düşüncesi isabetli değildir. Müslüman, parçacı değil bütüncü olmalıdır. Müslüman, tüm arzın varisidir. Ama imparatorluklar ve hanedanlıklar, İnsanoğlu bütünlüğünü karşılıklı “gâvur” tanımı ve ötekileştirme ile parçalamışlardır. Şimdilerde de ulus devletler insanların inanç ve düşüncelerini hesaba katmadan birbirlerini ötekileştiriyor. Avrupa’da, Amerika’da, Rusya’da, Çin’de ve başka birçok ülkede namuslu bilim adamı, filozof ve düşünürler var. İmaduddin Halil de Malik Bin Nebi gibi Sömürgecilik, Misyonerlik ve Siyonizm konularında kitaplar yazdı. Müslüman olmayan birçok insan da bu konularla ilgili yazılar yazdılar, tv programları yaptılar. Ama hep “onlar” ve “biz” tiplemesi içinde kaldılar. “Doğu” ve “Batı” deyip durdular. Oysa mesele imparatorluklar ve hanedanlıklar üzerinden saltanat davasıdır… Oysa Doğu da Batı da Allah’ındır, yani tüm insalığındır. Artık Batı eski Batı, Doğu da eski Doğu değildir. Belki de Batı dediğimiz Amerika ve Avrupa’da, Doğu dediğimiz yerlerdeki kadar Müslüman var… Bu mesele Türkiye misali nüfus kâğıdına göre değerlendirilemez. Mevcut durumu gerçek ölçü ile değerlendirirsek karşımıza bambaşka bir tablo çıkabilir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: imparatorluklar ve hanedanlıkların geliştirdikleri şablonlardan vazgeçip vahye dayalı değerlere göre her şeyi yeniden gözden geçirmeliyiz. Batı tamamen ehli kitap, Doğu da külliyen Müslüman değil…
Değerli dostum. Öncelikle hayati bir mevzuyu dile getirdiğiniz için şükranlarımı arzediyorum. Bu mevzu İslam toplumu için hayat memat meselesidir. Malumunuz Şehit Dr Ali Şeriati’de Öze Dönüş isimli konferansında bu konuya ilişkin doyurucu bilgiler vermektedir. Biz Kur’an okumayı tilavet etmekten çıkarıp üzerinde derin derin düşünmediğimiz sürece asla bir medeniyet kuramayacağız. Zira medeniyet toplumun kültürel ve manevi gelişiminin, eğitim, ödüllendirme, insani ruh ve görüşün en yüksek derecesidir.
Hürmet ve muhabetlerimle