-- Diriliş Postası, İnsanlığın Dertleriyle Dertlenmek

SURİYE’DE OLUP BİTENİ KAVRAYABİLMEK

Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page

Suriye’de küresel şer ittifakının el birliğiyle boğmaya ahdettiği halk devriminin ilk şahitlerinden yazar Ebu Kuvaydır, yeni kitabının çevirisi ve basımı konusunda görüşmeler yapmak için İstanbul’daydı. Ben de ilk iki kitabının mütercimi olarak kendisiyle siz kıymetli okurlarım adına, Trump komutasında “vur-kaç” taktiğiyle gerçekleştirilen gece yarısı operasyonu hakkında kısa ama vurucu bir söyleşi gerçekleştirdim.

Kusay Ebu Kuvaydır, Suriye’de kıvılcımın ateşlendiği Dera’da devrimin ilk on gününde bizzat tanıklık ettiği olayları oldukça detaylı şekilde hikâye eden “el-Hubzu’l-Ahmer; Kızıl Ekmek” romanın yazarıdır. Ayrıca “İmbaratoriyyetu’l-Abîd; Köleler İmparatorluğu” adıyla İslamofobi çıkmazını anlattığı bir romanı daha basılmıştır. İlk romanın Arapça ve Türkçe, ikincisinin Arapça, Türkçe ve İngilizce baskıları mevcuttur. Arap gazetelerinde onlarca makalesi neşredilen yazar esasen inşaat mühendisi bir iş adamı olup Dubai’de yaşamakta ve gençliğinden beri edebiyatla yakından ilgilenmektedir.

– Kusay Bey, sizi Suriye’de halk devriminin başlangıcında Dera’da kana bulanan hamur yumağına atfen “Kızıl Ekmek” adını verdiğiniz romanınızı yazmaya iten sebep nedir, sakıncası yoksa bizimle paylaşabilir misiniz?

– İnsanların büyük çoğunluğu Suriye halkının neden silaha sarılmak zorunda kaldığını maalesef bilmiyor. Bu yüzden de onları kınayanlar çıkabiliyor. İşte bu yüzden olayların canlı tanığı olarak işin iç yüzünü roman diliyle anlatma ihtiyacı duydum. İnsanlarımız sekiz ay boyunca sivil direniş gösterdi, cadde ve meydanlarda rejimin askerleri tarafından hunharca öldürüldü, ama uzun süre silaha sarılmadı. Sözüm ona hür dünya bu mezalimi film izler gibi ekranlardan seyretmekle yetindi! Çünkü bütün bir dünya, adına Birleşmiş Milletler denen kocaman bir yalancı kuruluşa mahkûm durumda. Oysa bu yalancı, bozuk ve münafık kuruluş (BM), sadece onu ilk kuran güçlere hizmet etmektedir.

– Suriye halkının başına gelenler, işte bu küresel fesat düzeni sebebiyle dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir ülkenin başına her an gelebilir! Çünkü buna mâni olacak bir mekanizma yok.

– Suriyeliler olarak bizim siz Türkiye toplumundan ve medeni olduğunu iddia eden yalancı Batı toplumlarından talebimiz şudur: Bırakın da Eset, insanlarımızı kimyasal silahlarla öldürsün! Hiç olmazsa yüzbinlerce insanımız sakat kalmaz, büyük acılar içinde kıvranmadan daha kolay ve hızlı şekilde ölür! Hem evlerimiz ve şehirlerimiz tahrip edilmemiş olur. Böylece yıllar boyunca büyük zahmetlerle inşa ettiğimiz binalarımız ve kentlerimiz yıkılmadan sonraki nesillerimize sapasağlam intikal etmiş olur.

– 14 Nisan günü sabahın erken saatlerinde ABD, İngiltere ve Fransa’nın düzenlediği askerî operasyonda Suriye rejiminin kimyasal silah üretim tesislerinin vurulduğu açıklandı. Bu operasyonu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Bu operasyon yalan ve düzmeceden ibarettir. Zira Trump rejimin ayakta kalmasına itirazları olmadığı yönünde açıklama yapmıştır. Peki, bu saldırı niye yapıldı o zaman? Çünkü, güya insan haklarının ve demokrasinin temsilcisi olan bu yalancı ülkeler kendi toplumları nezdinde itibar tazeleme ihtiyacı duydular. Zira “Eset kimyasal silah da kullandı, daha ne bekliyorsunuz?” mealindeki itirazları susturmak zorundaydılar. Esasen bu operasyonla ağababaları çok sevdikleri uşakları Eset’in kulağını çekip azarlamış oldular sadece. Ve şu mesajı pekiştirerek yinelemiş oldular: Kimyasal silah kullanma da dilediğin şekilde ve dilediğin kadar yık, yak ve öldür! Oysa, bize ölmekten başka seçenek bırakılmayacaksa ben şahsen kimyasal silahla öldürülmemizi tercih ederim. Böylece camilerimiz, çarşılarımız ve diğer tarihi mirasımız yanında binalarımız ve şehirlerimiz tahrip edilmemiş, insanımız da daha acısız şekilde can vermiş olur!

– Kimyasal silahla öldürülmeyi tercih etmek ne kadar da acı, insanlık adına ne büyük bir utanç kaynağıdır bu!… Şahsınızda Suriye halkına karşı Müslümanlar başta olmak üzere bütün bir insanlık ailesi olarak mahcubuz. Peki, İslamofobiyi işleyen “Köleler İmparatorluğu” isimli romanınızı neden kaleme alma ihtiyacı hissettiniz?

– Ben Batı toplumunu yakından tanıma fırsatı buldum. İngiltere’de ve Amerika’da iş yaptım. Halkın büyük çoğunluğunun İslam’a karşı bir art niyet taşımadığını gördüm. Ancak, dev medya organları başta olmak üzere o kadar büyük ve güçlü bir yalan çarkının içinde yaşıyorlar ki, bundan kurtulup İslam’ı doğal haliyle tanıma imkânları hakikaten kısıtlı. Bu yalan çarkı büyük bir ustalıkla İslam’ı, Müslümanları ve Arap insanını korkunç, ürkütücü ve tiksindirici bir varlık gibi sunmaktadır toplumlarına! İslam karşıtlığını ve İslam korkusunu kahrolası bir maharetle yaymayı başarıyorlar!

– O halde, size göre bu manzara karşısında Müslüman aydınlara düşen vazife nedir?

– Müslüman aydınlar olarak bizler Batı ülkelerinin hükümetlerinden bağımsız olarak doğrudan halkları muhatap alan, Batı insanına doğrudan ulaşabilecek faaliyetler yürütmemiz gerektiğini düşünüyorum. Aslolan hakkı üstün tutmaktır. Batı liderlerinin önünde eğilerek değil, Batı insanına doğrudan hitap ederek ve hakkın hakikatini olabildiğince yalın bir dille onlara anlatarak hakkı üstün tutabiliriz.

– Müslüman aydınlara biçtiğiniz bu görev kapsamında sizin yeni adımınız ne olacak? Gazete ve dergilerde çıkan yazılarınız dışında yeni roman çalışmalarınız olacak mı?

– Evet. El-Kudsu’l-Arabî’de ve başka yayın organlarında yazmaya devam ediyorum. Ayrıca, yeni bir roman çalışmamı ramazan ayında tamamlayıp yayıncıya teslim edeceğim inşaAllah. “Fî Arîni’ş-Şeytân” (Şeytan’ın İninde) adını verdiğim bu yeni romanımda; karanlık odalarda oturan kodamanların dünyayı nasıl yönettiğini, dünya servetini aralarında paylaşan bu tiranların devlet makamlarını temsil eden ve hükümet koltuklarında oturan politikacıları çıkarları doğrultusunda kullanarak düzenlerini nasıl sürdürdüklerini anlatıyorum.

– Arap ve Müslüman aydınlar başta olmak üzere tüm dünya aydınlarına hitaben kaleme aldığım bu yeni romanımda halkları aydınlatma ödevinde olanların sevgi dilini kullanmasının önemine de vurgu yapıyorum. İslam’ı tanımayan insanlara karşı nefret değil sevgi dili kullanmalıyız. Zira sevgi nefretten daha güçlü ve daha etkili bir duygudur.

– Bir taraftan sömürgecilerin çalışma tarzını deşifre ederken öbür taraftan geniş halk kitlelerine sevgi odaklı bir hitapla yönelmenin önemine dikkat çekiyorsunuz…

– Evet. Batı merkezli küresel sömürgeci güçlerin ve onların maşası konumundaki Batı devletlerinin kirli politikalarını ancak bu şekilde geçersiz kılabileceğimizi düşünüyorum. Yöneticileri muhatap alan bazı faaliyetler de yürütülebilir elbette. Ama asıl önemli olan doğrudan halka yönelik çalışmalardır. Benim kanaatim bu yöndedir.

– Araplar başta olmak üzere tüm Müslüman ülkelerde futbol vb. eğlence organizasyonları için milyarlar harcıyoruz! Bu israfa bir son verip doğrudan Batı insanına ulaşacak, onun yüreğine dokunacak, onu yoğun yalan atmosferinden kurtararak hakikatle yüzleşmesine vesile olabilecek faaliyetleri finanse etmemiz gerekmektedir vesselam.

– Kusay Bey, kısıtlı zamanınızdan bu söyleşi için vakit ayırarak büyük bir samimiyetle fikirlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Rabbim çabalarınızı bereketlendirsin.

– Ben teşekkür ederim. Vize süreci çok uzun sürdüğü için CNR Kitap Fuarı’na katılamadım, okuyucularımla buluşup romanlarımı imzalayamadım maalesef. Ama sizin bu söyleşiniz vesilesiyle bu üzüntümü giderme imkânı buldum. Bu yüzden ben de çok teşekkür ediyorum…

Kusay Ebu Kuvaydır ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşiyi, çevirisini yaptığımız iki romanın takdim kısımlarını iktibas ederek bitirebiliriz:

İthaf: Arap hançerleriyle yaralanarak kan revan olmuş Arap milletine…

Bilir misin ey Kudüs?

Sözlerin de kaderi var,

Suyla karılan toprak gibi.

Bilir misin ey Kudüs?

Hicranımız yazılı o Güvenli Levha’da.

Ömrümü tüketen birkaç kelime daha,

Ben henüz cenin iken duyduğum,

Kokulu yasemin altında

Annem mırıldanırken;

‘Bebeğim acep bir gün,

Dalını koparabilecek mi ey yasemin?’

İşte şimdi ben kırk yaşımdayım,

Hâlâ yasemin kokusu nasıldır bilmem!

Teşekkür: Şu yerküre üzerinde ömrümü uğruna feda edebileceğim tek bir adam var. Bütün yeryüzü adamlarının üzerinde bir adam. Nesillere nasıl adam olunacağını öğreten bir adam: Başkan Recep Tayyip ERDOĞAN.

Takdim: Arap Baharı devrimleri Arap ülkelerini bir orman yangını gibi çepeçevre sarıvermişti. Bir anda yayılan bu devrimlerin en belirgin vasfı, halkların altında inim inim inledikleri baskıcı rejimlerden kurtularak özgürlüklerine kavuşma hayali ve mutlak doğallığa erişme isteği idi. Gel gör ki bu doğallık ve safiyet, güzelliğine ve tatlılığına rağmen hiçbir zaman devrimcilerin yararına sonuç vermedi. Bu insanlar için ne gerçek bir devrim ideolojisi ne de dümeni ele geçirip gemiyi sahil-i selamete çekme hedef ve azmine sahip devrim önderleri vardı. Oysa çekilen acı ve ödenen bedel çok büyüktü ve bu bedel ödeme aşaması bitmiş de değil. İşte hikâyemiz tam burada başlıyor…” (Kızıl Ekmek).

“Magi, New York’un kalabalığından ve gürültüsünden uzak bir semtte güzel bir evde yaşıyordu. Annesi Elizabeth ve beş yaşındaki oğlu Jack onunla aynı evi paylaşıyorlardı. Magi sıradan bir kadın değildi, çok başarılı ünlü bir kadındı. Onun ajandası hep randevularla doluydu. Sürekli radyo ve televizyon programlarına konuk oluyordu. Üniversitelere konferans vermeye sıkça davet edilirdi. Çünkü o, tanınmış bir siyasi analist ve yazar idi. Özellikle İslamofobiyi savunan Amerika’da bu işi en iyi yapan önemli simalardan biriydi. Medya organlarında Müslümanların iğrenç yaratıklardan başka bir şey olmadıklarını(!) ve dünyanın onlardan kurtulması gerektiğini söyleyip duruyordu. Magi, Müslümanlara, özellikle de Ortadoğululara beslediği nefreti alenen göstermekten hiçbir zaman sakınmazdı. Yazdığı makalelerde, konuk olduğu televizyon programlarında, verdiği konferanslarda hep İslam’ın aleyhine konuşuyordu. Kalbi Müslümanlara karşı kin ve nefretle doluydu. Kalbinde beslediği bu nefret onun hayatının asıl gayesi hâline gelmişti…” (Köleler İmparatorluğu).

Dera’da duvarlara “Sıra sana geldi ey doktor!” yazan okul çocuklarının tutuklanarak işkence edilmesiyle başlayan olayların nasıl geliştiğini tanığının gözünden okumak için Kızıl Ekmek romanını, Magi’nin akıbetini öğrenmek için de Köleler İmparatorluğu romanını okumanız gerekecek…

Kaynaklar:

  1. Kusay Ebu Kuvaydır; Kızıl Ekmek, Roman, çev.: Fethi Güngör, Çıra/Bengisu Yay., İstanbul, Eylül 2017, 133 s., ISBN: 9786059477710.
  2. Kusay Ebu Kuvaydır; Köleler İmparatorluğu, Roman, çev.: Fethi Güngör ve Ferah Dağıstanlı, Çıra/Bengisu Yay., İstanbul, Eylül 2017, 136 s., ISBN: 9786059744703.
  3. Kossai Abo Kwidir; Empire of Slaves, Olympia Publishers, London, June 2017, 139 pp, ISBN: 978-1-84897-929-1.
  4. Kusay Ebu Kuvaydır; “İrâdetu’ş-Şa’bi’s-Sûrî Aqwâ min Tehâlufi Quwâ’ş-Şerr” (Suriye Halkının İradesi Şer İttifakı Güçlerinden Daha Kuvvetlidir), al-Quds al-Arabi, http://www.alquds.co.uk/?p=713337, 03.05.2017.
Share via WhatsappShare on FacebookTweet about this on TwitterShare on LinkedInEmail this to someonePrint this page
HAYIR MEDENİYETİNİ YENİDEN İNŞA EDEBİLMEK
MÜSLÜMAN AZINLIKLARIN DERTLERİNE DERMAN OLABİLMEK

Yorum yap

Yorum

  1. Hocam bir de bu haber var:
    https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201804191033091835-duma-kimyasal-saldiri-cekimlerine-katilan-cocuk-detaylari-anlatti/

    Cok bileşenli bir sosyal labaratuar Suriye! Dunyanin tum super gucleri ve güç olmaya adaylar burada at kosturuyor.
    Izleyenlerin nasil sinir uçlarına dokunuruzun, nasil (+) puan toplarizin, nasil Suriye uzerinden yaptigimiz algi ve korku operasyonlariyla izleyenlerin korkudan kaynakli saygisini ve biatini sağlarızin zavalli Suriyeli kadin, cocuk, yaşlı, genc hatta hayvanlari, bitkisi, börtü bocegi uzerinde deneyleri yapilan bir labaratuar Suriye /Ortadogu…

    Neye, kime inanmak konusu resmen sorgulaniyor; hatta cogu zaman cevapsiz bile kaliyor. Zalim oylesi profosyonel ki zalimlik konusunda inandigin hatta kesin olarak bildigin dogrulari dahi kendi lehine cevirebilme kabiliyeti ile inanclarindan beslenip seni senin gucunle vuruyor;sıfır emek, sıfır masrafla muktedir oluyor…
    Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum.
    Saygilar Fethi Hocam…

  2. Selamünaleyküm, Çok değerli hocam; Fethi Bey,
    İlkin şunu söylemek isterim: Roman çevirisi yaptığını bilmiyordum. Ne büyük bir eksiklik, benim için! Ben kesintisiz ROMAN OKUYAN bir okuyucuyum. Geçtiğimiz iki ay içinde üç tane roman okudum: ( Zülfü Livaneli / Huzursuzluk; Yahya Yesribi / Zindandaki Filozof (Şehabettin Yahya Suhreverdi üzerine yazılmış roman); Amin Maalouf / Yolların Başlangıcı. …
    Tamamı aydınlatıcı ve öğretici, yani çok değerli olan yazının aşağıya yaptığım alıntı kısmı işin can damarıdır. Gerçekten mesele budur…

    ” – O halde, size göre bu manzara karşısında Müslüman aydınlara düşen vazife nedir?
    – Müslüman aydınlar olarak bizler Batı ülkelerinin hükûmetlerinden bağımsız olarak doğrudan halkları muhatap alan, Batı insanına doğrudan ulaşabilecek faaliyetler yürütmemiz gerektiğini düşünüyorum. Asıl olan hakkı üstün tutmaktır. Batı liderlerinin önünde eğilerek değil, Batı insanına doğrudan hitap ederek ve hakkın hakikatini olabildiğince yalın bir dille onlara anlatarak hakkı üstün tutabiliriz.”
    Ben çok teşekkür ediyorum, çabaların için Allah razı olsun, inşallah.